İnsan ahlakını oluşturan huylar kötü ve iyi olmak üzere ikiye ayrılır. Güzel ve iyi huyların arasında tevazu (alçak gönüllük), doğruluk, sabır, cesaret, emanete riayet, nimete ve iyiliğe karşı şükür, yumuşaklık, sevgi, merhamet, cömertlik gibi övülen tavır ve davranışlar sayılabilir. Kötü huylar arasında ise, kibir, gazap, zulüm, gaflet, haset, yalancılık, iki yüzlülük, iyiliği başa kakma, riya, kendini beğenme gibi yerilen tavır ve duygular sayılabilir.
Yüce Kitabımızın yerdiği kötü huylardan birisi de kibir ve gururdur. Kibir; büyülenmek, gururlanmak, kendini başkasından üstün göstermek ve başkasına itibar göstermeyip onu yok saymak anlamına gelmektedir. Ucub/kendini beğenmek ise, kendini başkasından üstün bilmektir. Gururlu insan yaptığı iyi işler sebebiyle kendini beğenir. İnsan, kendini beğenince, başkalarından üstün görür. Bu üstün görme işi de kibirdir. Ucubdan kibir doğar.
Konumuzla ilgili bir Ayete göre yüce Allah, Hz. Âdeme kendi ruhundan üflemiş, tüm eşyanın isimlerini ona öğretmiş, onu yeryüzüne halife tayin etmişti. İblis bunun kıskançlık duygusuna kapıldı, kendisinin ateşten yaratıldığını ileri sürerek Âdeme secde etmedi. Derken bütün melekler topluca saygı ile eğildiler. Ancak İblis eğilmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu İblis, Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın dedi. (S^sd, 38/73-76).
Burada İblis, Âdemin varlığının iç yüzünü, sırrını, hikmetini anlayamamıştır. Âdemi sırf toprak zanneden İblisin yaklaşımı, kendi maddesini ondan üstün sanmıştır. Kendini mal, yüz güzelliği, makam, ırk, soy, sınıf veya ülke olarak üstün görenlerin anlayışı da aynı düşüncenin bir sonucudur.
İnsanın gurur ve büyüklenmesinin sebeplerine baktığımız zaman bunun birkaç türlü ortaya çıktığını görürüz. Bunlardan birincisi ve en tehlikelisi yüce Allaha (Mümin, 40/60) ve Peygamberine (Müminun, 23/34, 47) karşı gösterilen kibir ve gururdur. İkincisi ise kişinin kendi nefsinde oluşturduğu kibir ve gururdur. Bunlar da insanın ilmiyle, ibadetiyle, nesebiyle, güç ve kuvvetiyle, servetiyle, makam ve mevki ile yakınlarının çokluğu ile başkalarına karşı övünmesidir. Halbuki hiçbir kimsenin başkasına karşı büyüklenme hakkı olmamalıdır. Çünkü herkesin atası Hz. Âdem dir. O da topraktan ve nihayet herkes bir su damlasından yaratılmıştır. O halde hangi, bir kısmımıza lütfedilen bazı hususları diğer insanlara karşı üstünlük sebebi sayabiliriz!
Hz. Peygamber Efendimiz, kibir ve gururun en azının bile çok tehlikeli bir kalp hastalığı olgunu şöyle belirtmiştir:
Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!
Bir Adam: Kişi elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını sever! dedi.
Peygamberimiz de; Allah Teala Hazretleri güzeldir, güzelliği sever! Kibir ise hakkın iptali, insanların hakir görülmesidir buyurdular.
İnsanın dünya ve ahiret saadeti kalbinin selametine bağlıdır. Çünkü kıyamet gününde Allahın azabından kurtulup ebedî cennet nimetlerini ancak selim sahipleri elde edecektir. Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor: O gün ne mal fayda verir ne oğullar! Allaha arınmış bir kalp ile gelen başka... (Şuarâ, 26/88-89)
Kibir ve gurur hastalığının ilacı tevazu/alçak gönüllülüktür. Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini ve bu dünyanın fani olduğunu bilmek gerekir.
Yüce Kitabımızda, şeytanın insana sağından, solundan, önünden, arkasından gelerek onu yoldan çıkarmaya çalışacağı belirtilmektedir (Araf, 7/16-17). Kibir ve gurur da şeytanın bize süslü göstereceği kötü huylardandır. Eğer yüce Allahın sevgisine ulaşmak istiyorsak, kalbimizdeki tüm kötü duygu ve düşüncelerden sıyrılmamız ve arınmış bir kalple Allahın huzu-runa çıkmamız gerekir. Zira Alla, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez. (Lokman, 3/18)
Böbürlenmek sadece mal çokluğuyla değil bazen makamla, bazen mevki ile bazen güçlü ve kuvvetli olmakla, bazen çoluk çocuğun çokluğu ile bazen de Allahın insana vermiş olduğu güzellikle yapılmaktadır. Ama bunların hepsi geçicidir. Önemli olan Allahın rızasını kazanmak olmalıdır. Güzellik her an yerini çirkinliğe, güçlülük güçsüzlüğe bırakabilir, makam ve mevki elden çıkabilir, onca çoluk çocuk (Allah korusun) bir kazada ya da depremde ölebilir ya da sakat kalabilir. Onun için sahip olduğumuz bu şeylere güvenerek böbürlenmeye, kibirlenmeye yönelmemeli, her zaman tevazu içerisinde olmalıyız. Böbürlenmek dinimizde ne kadar yasak ise, bunun tam tersi olarak alçak gönüllü olmak o kadar tavsiye edilmiştir.
Kibirli olmak insanı azdırır. Başkasının hakkını ih-lal etmeye sebep olur. Çünkü hiç kimsenin kendisinden hesap soramayacağını, herkesin kendisinden korktuğunu zannederek kişi, hak hukuk tanımaz zalim konumuna düşer.
Kuran-ı Kerim, övünenleri ve kibirlileri Allahın sevmediğini (Hadîd, 57/23) belirterek, kibirden uzak kalmayı, insanlardan yüz çevirmemeyi ve yeryüzün-de böbürlenerek yürümemeyi emretmektedir. (Lokman, 31/18). Çünkü kibirlenmenin ahirette cezasının büyük olacağı, ebedî olarak cehennem kapılarından girileceği ayette haber verilmektedir. (Zümer, 59/72) Müminler ise, yeryüzünde mütevazi olarak yürürler. (Furkân, 25/63) ve birbirlerine karşı merhametli davranırlar. Allahın adı anıldığı ve kendilerine nasihat edildiği zaman derhal secdeye kapanır, Rablerini överek tesbih eder, büyüklük taslamazlar. (Secde, 32/15)
Kibir, boş kuruntudan başka bir şey değildir. Gerçekten; değerli, akıllı, bilgili ve erdemli insanlar daima alçak gönüllü, ağır başlı olurlar. Bunun en güzel örneğini de Peygamber Efendimiz göstermiştir. Peygamberimiz kibirden nefret etmiş, bütün Müslümanlara karşı mütevazi olmayı değişmez bir davranış kuralı haline getirmiştir. Müslümanların Peygamberimizi çok sevmelerinde de alçak gönüllü olmasının önemli bir payı olmuştur. Kişi, üzerinde yürüdüğü yerin altında nice güçlü kuvvetli insanların yattığını düşünmeli, o bakımdan mütevazi olarak yürümelidir. Yani zorbaların, azgınların yürüdüğü gibi, yeryüzünde böbürlenerek, sağa sola eğilip çalım satarak yürümemelidir. Böyle bir yürüyüş büyüklenme alametidir. Kuşkusuz ki kişi bu davranışıyla yeri delemediği gibi boyca da dağlara ulaşamaz. Başka bir ifade ile sağa sola bükülmekle, övünmekle ve kendini beğenmekle dağların tepelerine ulaşamaz. Alçak gönüllü, mütevazi ol ki, Allah seni yüceltsin sözü darbı mesel haline gelmiştir. Burada yasaklanan kibirlilik sadece birey için değil İslam toplumu için de geçerlidir. Bu nedenle Müslümanlar hiçbir zaman fethettikleri yerlerin halkı-nı kibir, gurur ve zorbalıkla korkutup ezmemişlerdir.
Büyüklük ve övünmek hastalığına yakalananlar toplum içinde sevilmeyen ve saygı gösterilmeyen insanlardır. Sevilmiş olsalar bile bu sevgi yapmacık olur. Bunların makam ve mevkileri servetleri ellerinden çıkınca çevresindeki kişilerin dostlukları da sona erer. Dünya da yalnızlığa terk edildikleri gibi ahirette de yalnız kalacaklardır.
Öyleyse, her şeyin sahibinin Allah olduğunu, mülkü vereninde alanın da O olduğunu idrak etmeli, Allahın nimetlerini böbürlenmenin bizi alçaltacağını bilmeliyiz.