Türkiye Özürlüler Eğitim ve Dayanışma Vakfı (ÖZEV) ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı tarafından, Engelliler Günü nedeniyle düzenlenen ‘Hikaye Yarışması’ sonucunda yapılan değerlendirmede, İnegöl Zeki Konukoğlu Anadolu Öğretmen Lisesi 12-D sınıfı öğrencisi Ömriye Yılmaz, Türkiye ikincisi oldu.
Yarışmada Türkiye Birinciliğini, “Tuz” adlı eseriyle Sakarya Anadolu Lisesinden Selen Özkan, İkinciliği “Benim Engelim Sensin” adlı eseriyle, İnegöl Zeki Konukoğlu Anadolu Öğretmen Lisesinden Ömriye Yılmaz, Üçüncülüğü ise, “Engellere Koşmak” adlı eseriyle Kırklareli Anadolu Lisesinden Fatma Fidan aldı.
Türkiye İkincisi olan Zeki Konukoğlu Anadolu Öğretmen Lisesi öğrencisi Ömriye Yılmaz’ın “Benim Engelim Sensin” adlı hikayesi şöyle;
Yağmur damlaları yüzündeki çatlaklardan yavaşça süzüldükçe, ferahlamış hissediyordu kendini ama ıslanmaktan hoşlanmıyordu işte. Hasta olmadan eve varmalıydı, adımlarını hızlandırdı ve yürümeye devam etti. Kapının önüne geldiğinde nefes nefeseydi, kapıyı annesi açtı. Evdeki sessizlikten babasının evde olmadığını anladı. Kardeşi Mert de odasında olmalıydı, nereye gidebilirdi ki zaten? Kardeşinin odasına girip girmeme konusunda kararsız kaldı ve girmek istemediğini fark ederek kendi odasına girdi. Çantasını bir yana fırlattı ve kendini yatağa attı. Suçluluk hissi kalbini yakmaya başladı bir anda, nefesi kesilecek gibi oluyordu kardeşini düşündükçe. Eski günleri düşündü beraber kahkahalarla okuldan eve döndükleri, kapıda annesinin onları gülümseyişiyle karşıladığı o eski günleri. Şimdilerde o kapının ardındaki anne onun gücünü çalan kederle açıyordu kapıyı oğluna. Mete’nin gözyaşlarının sıcaklığı kavuruyordu sanki yüzündeki her bir noktayı. Dayanamadı buna daha fazla ve bir hışımla kalktı yatağından odasından çıkarak kardeşinin yanına geldi. Mert pencerenin önünde dışarıyı seyrediyordu. Mete de onu izlemeye başladı: uzun boylu, zayıf, kıvırcık sarı saçlı, kemikli uzun bir yüze, ufak sayılabilecek düzgün bir burna sahipti gözleri ise… Gözlerine baktığında öfkesine yenik düştü ve Mert’e bağırmaya başladı:
-Nasıl bugünkü manzarayı beğendin mi, bak o çocuk sana el salladı, seni tanıyor mu, niye karşılık vermiyorsun karanlıklar prensi? Karanlık senin dünyan anla bunu artık çabalamayı bırak. Umut etmeyi bırak annemle babamı bana bırak artık, varlığınla mahvediyorsun hayatımı nefret ediyorum senden.
Mert cevap vermedi, tüm suskunluklar ona aitti şu an. Kardeşinin sessizliği Mete’yi çıldırtıyordu adeta, daha da öfkelendi sözleri bir külçe gibi ağırdı şimdi. Mert’in kulaklarını kızgın yağ misali yaktı geçti. Mert hala pencereden dışarıyı süzüyordu sanki ruhu bambaşka bir yerdeydi aydınlık günlerinden hatırladığı sarının, mavinin, yeşilin, gülüşün, yürüyüş izlerinin peşindeydi. Kardeşinin bu sözleri karşısında putvari bir sessizliğe gömüldü ondaki bu koyu ulaşılmaz sessizlik Mert’i çileden çıkardı ve daha da öfkelendi, sözleri ağırlaştı. Ve duvara dayalı duran ahşap sandalyeyi alarak pencereye hızla vurdu. Vurmanın etkisiyle cam paramparça oldu ve duvara çarpan sandalyenin sesi kulaklarda bir süre yankılandı mert hala put gibi olduğu yerde duruyordu sandalyenin sesi kulağında yankılandı. Mert hala tepkisizdi. Yüzüne gelen ve hafifçe yaralanmasına neden olan cam parçalarına bile aldırış etmemişti. Mete ‘Sen busun işte’ diye bağırdı.’’ Hayatta sana böyle bir darbe indirdi, sen ona da karşılık vermedin ama umut etmekten de bir türlü vazgeçemedin karanlıklar prensi’’ Sözlerine devam edemeden annesinin ona attığı tokatla sarsıldı ve ‘Çık odadan dışarı’ demesiyle odayı terk etti. Öfkeden yerinde duramıyordu. Ne yapacağını bilemez halde tekrar Mert'in odaya döndü ve gördükleri karşısında Mert'e olan nefreti bir kez daha perçinlendi. Annesi Mert'i kollarına almış ve acısını onunla paylaşıyordu. ‘’Peki ya ben’’ diye düşündü Mete, benim acımı kim paylaşacak anne?
Mete ertesi sabah erkenden evden ayrıldı. Dün yaşananlar hala canını yakıyordu. Kardeşini bu kadar çok severken şimdi ondan nefret etmesini belli ki sindiremiyordu, birinden nefret edebilecek kadar kötü biri miydi o hele ki kardeşinden? Birkaç yıl önce kardeşinin başına gelen olayı düşündü o gece dışarı çıkmasaydı, o patlama olmasaydı, Mert gözlerini kaybetmeseydi, anne ve babası oğullarının bu durumuna bu kadar üzülüp Mete'yi görmezden gelmeselerdi, kardeşini hala seviyor olabilirdi. Kafasında bu düşüncelerin yarattığı ruh haliyle yalpalayarak yürürken, bir anda onu gördü. Hale yanında biriyle yürüyordu, yürümüyordu da adeta onun yürümesine yardım ediyordu. Mete bir an düşündü kardeşiyle okula böyle utanmadan gelebilir miydi, sahiplenebilir miydi onu kardeşim diyerek? Cevabı ne yazık ki biliyordu Mete, yapamazdı ondan utanıyordu. Hale bunu nasıl başarmıştı acaba? Yaklaşık bir yıl önce okulunu değiştirmişti Mete ve yakın çevresinin dışında hiçbir arkadaşı onun engelli bir kardeşi olduğunu bilmiyordu.
Mete sınıfa isteksizce girdi ve hiç etrafına bakmadan sırasına oturdu. Hale’nin yanında gördüğü engelli kız çocuğunun sınıfta olduğunu geç fark etti. Sınıflarındaki birkaç kişi onunla konuşmaya çalışıyordu, Hale de onların iletişim kurmasına yardımcı oluyordu. Biraz zaman geçtikten sonra bu kız çocuğunun Hale'nin kardeşi olduğunu anladı. Aralarındaki bağ şaşılacak derecede güzeldi. Hale onun mutlu olması için her şeyi yapıyor, onu öpüyor, güldürüyor, yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Ders zilinin çalmasıyla öğretmenleri sınıfa geldi. Rutin işlerini hallettikten sonra sınıfın durumuna göz attı ve Hale’nin kardeşini fark etti. Gülümseyerek yanına gitti ve Eylül’ün yüzünü okşarken Hale’ye ‘Kim bu güzel kız?’ diye sordu. Mete Hale’nin kardeşine şöyle bir baktı. Sarı güneşi andıran parlak saçları, masmavi gözleri ve beyaz teniyle çok güzeldi gerçekten. Hale ‘’Kardeşim hocam, ismi Eylül.’’ diye yanıt verdi. ‘’Okulumu merak ettiği için onu getirmek istedim.’’ diye de ekledi. Öğretmenleri de gülümseyerek ‘’Peki hoş geldin cici kız’’ dedi.
Okul bitiminde Mete, Hale ile konuşmaya karar verdi. Nasıl oluyor da engeline rağmen kardeşine bu kadar sahip çıkabiliyordu, bunun cevabını almalıydı. Çıkış kapısında uzunca bir süre bekledikten sonra uzaktan geldiklerini gördü ve onlara doğru yürümeye başladı. Mert çekingen bir tavırla ‘’Merhaba!‘’ dedi. Hale şaşırmıştı, karşısında duran sınıf arkadaşına baktı. Mete uzun boylu, kumral ve ela gözlere sahip hoş bir çocuktu. Hep de nazik olmuştu ona karşı şimdi ne konuşacaktı onunla merak ediyordu. Onun merhabasına karşılık o da ‘Merhaba!’ diyerek cevap verdi. Mete söze nasıl başlayacağını bilemedi zorlanıyordu zaten. Eylül bir taraftan ablasını çekiştiriyordu. Hale de onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Eylül biraz normale dönünce Mete Hale’ye uzatmadan sormak istediği soruyu yöneltti.’’ Hale kardeşinin engeliyle nasıl başa çıkıp onu bu kadar sevebiliyorsun? Bunu samimiyetle soruyorum.’’ Hale yarım bir gülümsemeyle Mete'ye baktı ve ‘’Kendini hiç engelli birinin yerine koydun mu’’ diye sordu. Mete hayır manasında başını salladı. Hale ‘’Tahmin etmiştim’’ dedi ve devam etti. ‘’Annemi Eylül’ün doğumuyla kaybettik. Doğum sırasında oluşan bir komplikasyon sonucu sağlıklı doğması beklenen kardeşim engelli doğdu, annem de hayatını kaybetti. Babam bu yüzden Eyül'ü hiç sevemedi, ailemdeki kimse sevemedi onu, ama onun hiçbir suçu yoktu ki o da sevgiyi hak ediyordu ve dedim ki ‘Ya onun yerinde ben olsaydım.’ Bu yüzden onu öyle çok sevdim ki. İnsanlar engelli diye onları görmezden geliyorlar Mete, yürüyememeleri, görememeleri, normal davranışlar sergileyememeleri sanki onların suçuymuş gibi davranıyorlar. Günlük hayatta onlar yokmuş gibi davranmakta, bu durumlarından dolayı onları suçlamakta kolay çünkü ama hiçbirimizin aklına bir gün bu duruma düşebileceğimiz ya da bu durumda olsaydık ne yapar? Ne hissederdik? soruları gelmiyor. Hale konuşmasını yarıda kesmek zorun da kaldı bir eliyle gözlerini hissettirmeden kurularken diğer eliyle kardeşinin elini sımsıkı kavradı.’’ Üzgünüm, gitmem gerek sonra görüşürüz’’ diyerek onun yanından ayrıldılar.
Mete eve dönerken Hale’nin söylediklerini tek tek düşündü. Kendisini Mert’in yerine hiç koymamıştı doğrusu. Eve vardığında hemen odasına girdi, bulduğu siyah bir bez parçasıyla gözlerini bağladı ve günlük yaptığı işleri gözleri bağlı bir halde yapmayı denedi. Yapamıyordu, durmadan bir yerlere çarpıyor kırıp döküyordu etrafı. Karanlık karanlık her yer zifiri karanlık aman Allah’ım ne korkunç bir dünya her taraf siyahî kalın bir duvar sanki. Elini uzattı hisseti ama gözleriyle görmeyince kendini bir garip hissetti. Eli bir süre havada asılı kaldı. Bu boşluk bitimsiz ve tarifsiz bir boşluktu. Hırsla bir çırpıda gözlerindeki bağı söküp attı. Ayakta duracak takati kalmamıştı dizlerinin bağı çözüldü yere çöktü.’’Ben ne yaptım, ben ne yaptım Allah’ım !’’ diyerek başını iki elinin arasına alıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Ağladıkça boşaldı, boşaldıkça ağladı. Bu ağlama nöbeti esnasında saçlarındaki yumuşak bir dokunuşla başını sevgiyle yaklaşan bedene yasladı. Artık yalnız değildi ikisi de sevgi yağmurunun altında bir süre ıslanadurdular. Yüreğindeki zehir gözlerinden süzülüp gitti. Gözler bir birini bulduğunda yüreği daha bir ferahladı çünkü artık anlamıştı annesinin yüreğinde kendisine ait kocaman bir yer vardı hala. ‘annecim, annecim…’’Diye başlayan cümlesini annesi tamamladı. ‘’ tamam, evladım ben seni anladım. Bazen özür için cümleler yetersizdir, sevgi her şeyin ilacıdır. Onun gören gözleri biziz artık…’’
Bu gözyaşlarına bulanmış diyalog esnasında içeriden bir ses duydular, ses yan odadan gelmişti. Annesi telaşla koştu, Mert odada yoktu ve pencere açıktı. Mete daha odaya girmeden annesinin çığlığıyla kalakaldı. Olamazdı böyle bir şey, hayır Mert’e bir şey olmamıştı iyi olmalıydı, iyiydi o.Cesaretini toplayarak odaya girdi ve annesini dolapla duvar arsına sıkışmış olan Mert'i çıkarmaya çalışırken buldu ve’’ oh çok şükür’’ diyerek gülmeye başladı. Annesi bezgin bir halde ona baktı ‘ne gülüyorsun yardım etsene’ der gibiydi. Kardeşi ise korkmuştu belli ki canı yanmıştı. Yere baktı, dolabın üzerindeki birkaç eşya düşmüştü duydukları ses onlardan çıkmış olmalıydı. Kardeşini sıkıştığı yerden çıkardıktan sonra ona öyle bir sarıldı ki kardeşini ilk kez böyle canından bir parça gibi hissetti.
Mert yaşadığı o durumdan sonra kardeşine karşı daha ılımlı olmaya onunla yaşamayı öğrenmeye dahası onu olduğu gibi kabullenmeye başladı. Kalbindeki bu merhamet mert’in evde daha rahat yaşayabilmesi için yeniliklere dönüştü: rakamları kabartma noktalarla gösterilen saatler, konuşan hesap makineleri, paraları, renkleri sesli olarak belirten cihazlar ve onun yaşamını kolaylaştıracak daha birçok yöntem… Bu kabulleniş eve huzur sükûnet ve yeni bir yaşam sevincini de beraberinde getirdi. Bu hoşgörü zihinlerinden eşyalara doğru aktı, aktı, aktı…
Mete engelli insanlar konusundaki görüşlerini değiştirmişti fakat dışarıda onun eski hali gibi olan o kadar çok insan vardı ki Hale haklıydı insanlar çok acımasızdı. Buna bir çözüm bulmalıydı kendisi değişebildiyse diğer insanlar da değişebilirdi. Bu düşüncesini Hale ile paylaştı ve beraber bir çözüm bulmaya karar verdiler. Günlerce düşündüler bir çıkar yol bulamadılar. Tam umutlarını kaybetmişlerdi ki Mete'nin aklına Mert’i anlayabilmek için yaptığı olay geldi. Gözlerini bağlayarak onun gibi hissetmeye çalışmıştı. Bunu Hale'ye anlattı ve çok güzel bir proje hazırladılar. Gerekli tüm yardımları aldılar, büyük şirketlerle ve derneklerle iletişime geçtiler. Proje uzun uğraşlar sonucu hayata geçti. Mete ve Hale insanlara engelli olmak nasıl bir duygu bunu kısa bir süreliğine de olsa anlamalarını sağlayabilmek için bir yer açtılar. Burada özel olarak tasarlanmış aletler vardı. İnsanlar geliyorlar görme engeli olan birini anlayabilmek için belli bir süre görmelerini engelleyen bir sistemle o süreyi geçiriyorlar veya yürüme engeli olan biri ya da duyma, konuşma…
Hayata geçirdikleri bu proje o kadar çok insana seslenmeyi başardı ki. Hatta bu proje günlük hayatta insanların engelleriyle yaşamayı kolaylaştıracak başka projelerin de yapılmasını sağladı. Mete bunu kardeşi ve diğer engelli insanlar için yapmıştı. Aslında onların tek engeli engelleriyle yaşamalarına izin vermeyen, bu hayatta yaşamalarını zorlaştıran insanlardı. Her engel aşılabilirdi yeter ki insanlar bunun farkında olsunlar ve bu engelleri hafifletecek gücü onlara- engelli insanlara- verebilsinler.