Fransa Senatosu’nda kabul edilen tasarı, “soykırımın inkârı yasası” olarak adlandırılıyor. Daha önce Senato Kanunlar Komisyonu’nda görüşülen tasarının, hukuka ve anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle, oylanmadan Senato gündeminden düşürülmesi önerilmişti. Ama öneri reddedildi. Hukukçular, tarihçiler ve Fransa Parlamentosu’nun aklıselimle düşünen bazı temsilcileri tarafından “kabul edilemez” bulunan “soykırımın inkârı yasası”, Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de onaylamasından sonra yürürlüğe girecek.
Nur topu gibi değil
Böylece Fransa, artık seçim topu gibi mi dersiniz, kin topu gibi mi, ne derseniz deyin, ama asla nur topu gibi olmayan taze bir yasa edinmiş olacak. Onlar bunu “soykırımın inkârı yasası” olarak ifade etseler de, aslında buna en uygun isim aklın inkârı yasası olabilir. Çünkü akıl, sorunları anlamak, kavramak ve çözüm üretmek için insanın yararlanabileceği en önemli değerdir. Bir toplulukta belirli bir çoğunluğu sağlayarak, aklı ve düşünceyi devre dışı bırakmak, aklın inkârı sayılır. Bunun bir de yasa marifetiyle yapıldığını düşünün… Bu durumda, kanuna saygı ilkesine de büyük zarar verilmiş olacaktır. Hatta bir istismar söz konusudur burada. İnsanların zihninde belirli bir yeri olan kanun/yasa fikri ve algısı istismar edilmiş oluyor.
Âdi siyaset işi
Amaç, herhangi bir soruna çözüm bulmak değildir. Âdi siyaset işidir bu yapılan. Ne Ermenilerdir düşünülen, ne de bir hakkın teslim edilmesi. Öyle olsaydı, Fransız vatandaşı olduğu halde birçok Ermeni bu yasanın mantığına ve yapılış tarzına karşı çıkmazdı.
Söz konusu yasanın bu anlamda bir sorun çözümleme gücüne sahip olmadığını zaten kendileri de biliyor. Kanunlar Komisyonu Başkanı Jean Pierre Sueur’un bu konudaki sorusu çok isabetli ve anlamlıdır:
“Bu yasa ne işe yarayacak? Halkların dostluğuna mı, diplomatik sorunların çözümüne mi?...”
Tabii ki hiçbirine yaramayacak.
Kanunlar Komisyonu’na göre, söz konusu yasa tasarısı hem Fransız anayasasına hem de ifade ve araştırma özgürlüğü ilkesine aykırıdır. Bizce de bu tespit, aklın gereğidir.
Fransa Dışişleri Bakanı Allen Juppe ise, kendisinin böyle bir yasayı uygun bulmadığını dile getirerek, Türkiye’ye elini uzattığını belirtip itidal çağrısında bulunmuş. “Ben gerçekçiliğin, duyguların üstesinden geleceğine inanıyorum” demiş.
Dışişleri Bakanı, işin yükünü taşıyacak olanlardandır. Uygun bulmaması normal. Ama, hangi gerçekçilik acaba bu sözünü ettiği? Batılıların anladığı gerçekçilik, Prof. Hasan Köni hocanın veciz (J) ifadesiyle, “nerede lavanta orada avanta” türünden bir gerçekçilik midir yoksa? Ne kadar Ermeni oyuna denk gelir bu “soykırım” yasaları? Üç yüz bin, beş yüz bin Ermeni oyu için değer mi?
Başbakan Erdoğan, “bu yasa bizim için yok hükmündedir” dedi. Bunu başbakanın o olaydan sonra hangi duygu yoğunluğu içerisinde söylemiş olabileceğini anlamak mümkün. Eleştirmeye de gerek yok. Ama bu ifade, o talihsiz yasayı çıkaranlarda şöyle bir yargı oluşturabilir: Diyebilirler ki, “bakın işte gerçeği böyle yok sayıp inkâr ediyorlar”.
Desinler, ne önemi var… Diyecek olduktan sonra her şeyi derler. Tamam. Ama asıl inkârcılar bu yasayı çıkaranlardır. Böyle de bakılabilir.
Neyi inkâr etmiş oluyorlar? Fransız İhtilâli ve Aydınlanma Felsefesi ile ulaştıkları bazı değerleri. Örneğin despot yönetimlerin sultasından kurtularak, özgür düşünce, eşitlik, hukuka saygı temelinde demokrasiyi yaşatma hedefini inkâr etmiş oluyor bu yasayı çıkaranlar.
Yasanın hukukçular ve tarihçilerin itirazına rağmen (bazı) siyasetçiler tarafından çıkarıldığı düşünülürse, bu yasanın dar görüşlü siyasilerin söz konusu değerleri inkârı anlamına geleceği hemen fark edilir. Bu arada Başbakan Erdoğan’a haksızlık etmemek için belirtelim: Bir yabancı gazetede Erdoğan’ın söz konusu yasayı “düşünce özgürlüğünün katli” olarak yorumladığı yazılıydı. Bu da önemlidir.
Tarihsel gerçekliğin (nasıl şekillendiğini bilmeye yönelik olarak) özgürce araştırılmasına izin verilmeksizin, “bu zaten bilinen bir gerçek” denilerek, yasa yoluyla insanların nasıl düşünüp kanaat oluşturmaları gerektiğine hükmetmek, aklı ön plana çıkaran Aydınlanma ruhunu inkâr sayılır. Bu açıdan bakıldığında, bu yasa, yukarıda değindiğimiz gibi, aklın inkârı yasası olarak görülmelidir.
Aydınlanma çağını sahiplenen Batı, düşünce ve özgürlük gibi değerleri de kendi tekeline almaya eğimlidir. Dün de uygarlığın izleri neredeyse, kendi kimlik köklerini orada bulmaya çalışmıştır. Sırasıyla Mezopotamya, Anadolu ve Eski Yunan tarihi ile felsefesi Avrupa’nın kimlik arayışında konjonktürel duraklar olmuştur. Ama zaman değişmiş, bunları da inkâr etmiştir Avrupalı.
Böyle insanlar da vardır. Yalancı ve riyakârdır, ama kendini yüce değerlerin savunucusu gibi göstermeye çalışır. Dolap beygiri gibi döner de döner… Sabit bir sözü ve davranışı olmaz böylelerinin. Hep bir menfaat arayışındadır… İşine nasıl gelirse öyle tavır alır. Bazen sizi de zor durumda bırakır bu dönüşleriyle.. Hiç dönmediğini, her zaman aynı üstün değerler adına konuşup davrandığını size telkin etmeye çalışır bir de. Bu kadar da yüzsüzdürler.
Yalancılardır onlar ve şerliler
Doğu-Batı Divanı’nda geçen hikâyemsi bir anlatım vardır: “Yalancılardır onlar ve şerliler” denilir. Yukarıda-ki iddia ve davranışların sahipleri için de aynısı söylenilebilir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin söz konusu hadise dolayısıyla yaptığı benzetme ise, Türkiye kamuoyunda bugünlerde destek görecek türden. Şöyle diyor Bahçeli:
“Tarihimizi yargılama cüretini kendinde gören sömürgenin kanlı dişlisi bu ülke, Türk milletinin geçmişinde mezalim değil bulsa bulsa adalet, insaniyet ve merhamet bulabilecektir. Sarkozy yönetimi katliamla ilgili iz sürmekte kararlı ise tavsiyemiz önce kendi … tarihlerinden işe başlamaları ve başlarını Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar çevirmeleridir.”
Kalıcı değişimlerin yolunu açmak
Bu olay sonrasında duygusal tepkimizi de gösterelim, onu bastırmayalım. Bununla beraber ama kalıcı ve işlevsel önlemler almaktan asla geri durmayalım. Bunlardan biri, yurt içinde ve yurtdışında akademik çalışmalara ağırlık ve destek vermek olmalıdır. Yabancıların Türk-Ermeni ilişkilerini tarihsel gerçekliğe uygun olarak araştırıp kendi tezlerini oluşturmaları önemlidir. Biz birey ve devlet olarak bunu teşvik etmeliyiz. Uzun vadede bunlar mutlaka işe yarayacaktır. Şimdilerde bunun örneklerini görüyoruz. Amacımız, bunların çoğalması.
Kısa dönemde siyasî iradenin alacağı önlemler de olacaktır. Halkın tüketici olarak tavrı, iş çevrelerinin kendi işleriyle ilgili tutumları bir süre varlığını hissettirecektir. Ne yazık ki, daha sonra bunlar unutuluyor. Esas olan, uzun vadede etkili ve kalıcı değişimlerin yolunu açmaktır.