İnsanın hayatını onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için vazgeçilmez kabul edilen temel hakları vardır. Din, akıl, namus, can ve mal güvenliği bu hakların önde gelenleridir. Korunması gereken bu beş şeye “zarurat-ı diniyye” (dinin vazgeçilmez temel değerleri) denir. İslam dininin emir ve yasaklarının temel amacı bu değerlerin korunması ve insanın güven, huzur ve mutluluk içerisinde yaşamasıdır. Can güvenliği deyince akla ilk gelen insanın yaşama hakkıdır. Bu hak bütün hakların başında gelir. Bu hakka sahip olmayan bir kimsenin diğer haklara da sahip olması ve birtakım sorumluluklar yüklenmesi mümkün değildir.

Kur´ân-ı Kerim, “insanın şerefli ve üstün olduğunu” (Tin,95/2) belirterek onun Allah nazarındaki yerine ve bu âlemdeki konumuna işaret etmiştir. Kur´ân-ı Kerim´in insanı “ey insanlar” diye muhatap alması ve kainattaki her şeyin onun emrine verilmesinden bahsetmesi, insana verilen değerin önemini belirtmektedir. Allah´ın en güzel biçimde yarattığı insanın varlıklar arasında ayrı bir yeri ve değeri vardır. Yüce Allah, insanı en güzel bir şekilde yaratmış, yeryüzündeki her şeyi onun hizmetine sunmuştur. Bütün bu özellikleriyle insan, yaratılanlar arasında en seçkin ve en değerli varlıktır. Bunun için  insan kendisine verilen bu değerin karşılığını, Allah´a ve yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmekle verebilir. Müslümanın bu görevlerini en güzel şekilde yapabilmesi; yetkililer tarafından can güvenliğinin sağlanmasına, kendi- sine değer verilmesine, kişilerin hak ve hürriyetine riayet edilmesine bağlıdır.

Yeryüzündeki bütün canlılara merhametle yaklaşmayı öngören dinimiz, insanın can, mal, akıl, din ve namus güvenliğini dokunulmaz kabul etmiş, bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmeye, bir hayatı kurtarmanın da bütün insanlığı kurtarmaya denk olduğu-nu bildirmiştir. Kur´an-ı Kerimde: “Kim bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanlığı öldürmüştür. Her kim de birini (ha- yatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.” (Maide,32) buyurarak, dinimizin insan hayatına verdiği önemi göstermektedir.

Sevgili Peygamberimiz (sav) de: “Her Müslüman´ın diğer Müslüman´a canı, malı ve ırzı haramdır.” (Müslim, Birr.32) buyurmuş, Veda hutbesinde de bütün insanlığa hitap ederek: “Bugününüz, bu ay ve bu belde nasıl kutsal ise canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle kutsaldır. Her türlü tecavüzden korunmuştur. (Yani toplum sorumluluğu ve hukukun güvencesi altındadır.” (Buhari, İlim.37) buyurarak, insanın can ve mal güvenliğinin dokunulmaz-lığını belirtmiştir.

Yüce Allah, insanları alaya almak, kötü lakapla çağırmak, onlar hakkında kötü zanda bulunmak, onların kusurlarını araştırmak ve kişileri çekiştirmek gibi kötü davranışlardan sakınmalarını emretmiştir. Zira bu kötü davranışların sonunda mal ve can kaybına sebebiyet verecek eylemler olabilir.

Dinimiz, kan davalarını, intihar etmeyi, töre adına insan öldürmeyi haram ve büyük günah saymıştır. Peygamberimiz veda hutbesinde Câhiliyye devrindeki kan gütme davalarının tamamen kaldırıldığını belirtmiş, İslam ile şereflendikten sonra mal ve can güvenliğinin ortadan kalktığı, kötülüklerin ön plana çıktığı, o döneme dönülmemesini ısrarla ashabından istemiştir. Hatta bu konuda müslümanları bilgilendirdikten ve uyardıktan sonra “Ya Rabbi! Şahit ol, Şahit ol, Şahit ol!” diyerek yüce Allah´a üç defa niyazda bulunmuştur. (Tirmizî, Rada´ 11. III, 467. Ebû Dâvûd, Menasik 57. II, 462. İbn Mâce, Nikah 3. I, 594.) Bu da; insanların can ve mal güvenliğinin sağlanmasıyla huzurlu, sağlıklı, birlik ve beraberlik içinde yaşayan bir toplum düzeninin temin edilebileceğini ortaya koymaktadır. İslam dini, suça iten sebepleri azami ölçüde ortadan kaldırmış, insanı, iman, ibadet ve ahlakla olgunlaştırmak için gerekli tedbirleri almıştır.

İslam dünya işlerine ve mala çok büyük önem ve değer vererek temel ihtiyaçtan biri haline getirmiştir. Ancak İslam nazarında mal ve servet ne kadar değerli olursa olsun, ahlâki esaslar ve dini hükümler ondan daha değerlidir. Yani ruh bedenden, âhiret dünyadan, din maldan evvel gelir. O halde bunlardan birini diğerine feda etmek, birini diğerine tabi kılmak gerekirse ikinciler birinciler için feda edilir ve servet insan içindir. Malı gaye, insanı onun vasıtası haline getirmek İslam´ın temel görüşüne aykırıdır. İslam´da mana ve manevi değerler daima maddeden ve maddi değerler-den üstün tutulmuştur. Onun için paraya kul olan menfaatperest insanlar şiddetle kötülenmiştir. İnsani değerlere, beşeri hasletlere, ahlaki faziletlere ve yüce meziyetlere zarar veren bir maddi varlığın olmasından olmaması daha hayırlıdır. İslam´da çalışan ve kazanan, yani üreten insan Allah´ın sevgili kuludur. Bir toplumun efendisi onlara hizmette bulunan zattır. Çalışmanın önemiyle ilgili pek çok hadis vardır. Bunlardan birinde Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyecek yememiştir. Allah´ın peygamberi Davut (a.s.) da elinin emeğinden yerdi." (Buhârî, Büyu, 15, I, 9)

İslam´da her ne suretle olursa olsun para kazanmak değil, helal ve meşru yollardan kazanmak önemlidir. Bunun için çalışmak esastır. Alın teri ile elde edilen mal kıymetlidir. İnsan meşru yollardan giderek mubah olan her şeye sahip ve malik olma hak ve hürriyetine sahiptir. İslam´da mal ve mülk edinme, edinilen malı ve mülkü artırma, bunun üzerinde tasarrufta bulunma ve mülkiyet hakkına sahip olma esastır. Fertler meşru yollardan kazanmak ve zekatını vermek kaydıyla diledikleri kadar servet sahibi olabilirler. İsIam tembelliği, işsizliği, dilenciliği, ele güne yük olmayı caiz görmez. Fakirlik küfre yakındır. İki cihanda yüz karasıdır. Mal edinmeye sevk eden iki unsur vardır. Biri hırs ve ihtiras, diğeri emel ve hevestir. Eğer insanda dünyadan faydalanma ve dünyalık edinme emeli ve hevesi olmasa dünya mamur olmaz, harap ve viran olur. İnsan vasıtasıyla alemin imar edilmesini irade buyuran Yüce Allah bu maksatla insana yaşama hevesi ve gücü, mal ve mülk edinme arzusu ve isteği vermiştir. İnsan Allah´ın nimetlerinden alın teri ile elde eder, kazanır; bu helal kazançtır. Kazancını bir ölçü içinde harcamakla görevlidir. Mal benim diye istediğini yapamaz. Parasını, malını mülkünü yakamaz,canına son veremez. Nitekim Yüce Allah; َ“Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez” (A´raf,7/ 31) buyurarak kazanılan malın harcanmasında uygulanması gereken usulü belirtmiştir. Gerçek müslüman savurgan olamaz.

Dinimize göre kazanç için her yol mubah sayılamaz. Kardeşin sırtına basarak kazanca kazanç katılamaz. İşin ucuzu ve kolayına kaçılamaz. Hele hele gelir elde etmek için insan onuru haysiyeti çiğnenemez emek sömürülemez can güvenliği tehlikeye atılamaz. İnsan için vazgeçilmez olan hayat hakkı hiç bir bedele değiştirilemez. Yüce Dinimiz İslam iş güvenliğine ve ahlakına böylesine önem vermişken günümüzde ihmalkarlıklar vurdumduymazlıklar sebebiyle yaşanan iş kazalarına hemen her gün üzüntüyle şahit olmaktayız. Türlü eza cefa ve meşakkatle çalışan kardeşlerimizin fedakarlığı her türlü takdire şayandır. Ancak onların en değerli kazancı elde etmek için akıttıkları alın terlerinin heba edilişi ölüm riski altında güvensiz ortamlarda çalışmaya mahkum edilişleri hayat haklarının hiçe sayılışı vicdanların kabul edebileceği bir durum değildir. Bu apaçık bir haksızlıktır. Bu insan hakkını çiğnemek onun saygınlığına halel getirmek, aslında onu yaratan Allah´a saygısızlıktır. Kaldı ki Mü´min bir kimse kul hakkına riayetin Alemlerin Rabbi´ne saygı olduğunu gayet iyi bilir. Günümüzde üretim ve tüketim konusunda bir takım çarpıklıkların olduğu da aşikardır. Bir tarafta helal haram düşünmeden konforun alabildiğine kuşattığı bir yaşam tarzı diğer tarafta tek kaygısı evine ekmek parası götürmek olan insanlar. Bir tarafta daha çok kazanma arzusunda olanlar diğer tarafta hayatını devam ettirebilmek için rızkının peşinde koşanlar. Bir tarafta kolay yoldan zengin olmak isteyenler diğer tarafta bir helal lokma uğruna alın teri dökenler. Evet ne acıdır ki değerli dostlar modern zamanlar iş ve ticaret ahlakımızı da etkiledi. Dürüst, güvenilir, işinin ve işçinin hakkını verenlerin yanında sadece maddiyat ve kazanç odaklı düşünenlerin de sayısı inanılmaz derece artış gösterdi.