İnsan nimetler içerisinde iken çabuk kibirlenen ve şımaran bir yapıya sahiptir. Kendisine verilen imkânları bir nimet ve imtihan sebebi ve sorumluluk doğuran bir olarak göremez. Her zaman bu nimet ve imkânların kalıcı olduğunu düşünür, bundan dolayı aldanır. İnsanı kibirlendiren şey mal, evlat, makam gibi hususlardır. Bunlara bakarak her şeyin üstesinden geleceğine inanır. Nitekim Ebu Leheb de Müslümanlara ahiretteki cezayı hatırlatmalarına karşılık malını harcayarak bundan kurtulacağını zannederdi. İnsanın kendisini yeterli ve zengin görmesinden dolayı azgınlık ettiği ayette haber verilmektedir. (Alak, 96/6-7) Bu bakımdan kişinin zenginlik hissine kapılıp gurura düşmesi kendisini felakete sürükler. Toplumda sayıları çok az da olsa bazı insanlar zenginleştikçe şımarır, azar, başta anne, baba, hısım, akraba ve komşuları olmak üzere çevresini terk eder, büyüğünü ve küçüğünü tanımaz, hasta ziyareti, bayram ziyareti nedir bilmez hale gelir, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu unutur,  hatta  Allah’ın emir ve yasaklarını dahi tanımaz hale gelir.

Konumuzu oluşturan İsrâ süresindeki bir ayette: ”Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin” (İsrâ, 17/37) buyurularak insanın, insanın böbürlenerek yürümesi kınanıyor. Zira insanın ne kadar büyüse de boyunun da dağlara ulaşamayacağı, ağırlık bakımından da yeri delemeyeceği belirtilerek böbürlenmenin boş, anlamsız bir kuruntu ve kötü bir huy olduğu vurgulanıyor. Yeryüzünde böbürlenerek, büyüklük taslayarak yürümek kişinin kendisini olduğundan fazla göstermeye çalışması, etrafındaki insanlara tepeden bakması, toplumda uygunsuz söz ve davranışlarda bulunması, her zaman kendisini haklı görüp başkaları küçümsemesi sebebiyle olur. Halbuki Peygamberimiz (s.av), kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimsenin cennete giremeyeceğini (Müslim, İman, 147), kişinin kendisini büyük görüp halktan uzak kalmasıyla cebbarlar arasına katılacağını ve onların başına gelen musibetin kendisine ulaşacağını (Tirmizî, Birr, 61) haber vermektedir.

İnsanın konumu, mal varlığı ve fiziki şekli nasıl olursa olsun, biri diğerine üstün olamaz. Zira Kur’an ifadesiyle, “üstünlük ancak takvadadır” (Hucurât, 49/13). Hâl böyle olunca, bir kişi bir başkasına karşı kibirlenemeyeceği gibi onu aşığılayamaz da. Bu durum Lokman süresinin 18. ayetinde “Gurura kapılarak insanlara burun kıvırma” şeklinde dile getirilmiştir. İnsan hangi konumda, makam ve mevkide olursa olsun; ne tür bir varlığa sahip bulunursa bulunsun; yaratılış yönüyle fizikî yapısı nasıl olursa olsun asla kendisini başkalarına karşı büyük görmemelidir. Herkesi yaratan Allah’tır. Herkesin durumunu takdir eden de O’dur.

Başkalarını küçük görmek,Allah’ın taksimatına adeta razı olmamak anlamına da gelir. Allah hiç kimseye malımülkü ve kalplerinin temizliği ve niyetleriyle değer verir. Allah asla kibirli olanı sevmez. Gerçek büyüklük yalnızca O’na aittir. Kur’an-ı Kerim’de Câsiye süresinin 37. Ayetinde “Göklerde ve yerde oluluk O’na aittir.  O, mutlak güç sahibidir.” buyurulmuştur. Böylece kulların yaptıklarının ve yapacaklarının mutlaka Allah’ın gücü, dilemesi ve yaratması ile olduğu bildirilmiştir. Bu kanatten uzaklaşıp sahip olunan nimetleri bütünüyle kendilerine mal edenler yanılgıda olup Allah’ın hoşnutluğundan uzaklaşırlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de zenginliği dillere destan olmuş, Kârûn’dan bahsedilmektedir.

Hz. Musa’nın kavminden olan Karun, Allah’ın lütfettiği nimetler sayesinde çok mala sahip olan zengin bir kişi idi. Hazinelerini değil, sadece anahtarlarını bile taşımak güçlü bir topluluğa dahi ağır gelecek kadar çok güçlü idi. Yani malı çok fazlaydı. Ama o, sahip olduğu bu malı Allah’ın kendisine olan lütfu olarak görmüyor, ziynetlerini, takılarını takarak kavminin karşısında böbürleniyor, büyüklük taslıyor, diğerlerini hor ve hakir görüyordu.

Allah Teâla tarafından verilen malın şükrünü eda etmesi için kendisine; “Allah’ın verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” diyenlere karşı, Karun yine böbürlenerek, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” diyordu. Allah’ın kendisine vermiş olduğu varlığın kendi ilmi, gayreti ve çabasıyla olduğunu ifade ederek Allah’ın takdirini kabul etmemesi, sonunun gelmesine sebep olmuştur. Sonunda Allah Teâla, büyüklenmesi, kibirlenmesi, Allah’ı tanımaması ve malının şükrünü ödememesi sebebi ile onu feci bir şekilde cezalandırmış, onu ve sarayını yerin dibine batırarak yok etmiştir. Adamları da Allah’ın bu cezasına karşılık ona yardım edememişlerdir. Kendisi de kendini kurtaramamış, malı, mülkü ve hazineleri de ona bir fayda sağlamamıştır. Bu durum Kasas süresinde şöyle ifade edilmiştir; “Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımaranları sevmez. Karun ise: O (servet) bana ancak kendimde ki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz. (Allah onların hepsini bilir). Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu çok şanslı! dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (Ka-sas, 28/76-81)

Bu Ayetlerden bilerin çıkarması gereken derslerden bir tanesi böbürlenmenin-kibirlenmenin yanlışlığıdır. Böbürlenmek kibirlenmek İslâm ahlakının yasakladığı davranışlardan bir tanesidir. Belli ölçülerde hayat hikâyesi anlatılan Karun örneğinde olduğu gibi yüce dinimiz İslâm böbürlenmeyi, kibirlenmeyi, başkalarına karşı büyüklük taslamayı açık bir şekilde yasaklamıştır. Bu şekilde büyüklük taslayanlar, malıyla, mülküyle övünerek Allah’a karşı gelenler hem Karun örneğinde hem de diğer örneklerde olduğu gibi yüce Allah tarafından acı bir şekilde cezalandırılmışlardır.

Karun ile ilgili olarak anlatılan bu kıssadan çıkarmamız gereken bir diğer mesaj da böbürlenmenin, büyüklenmenin, yeryüzünde bozgunculuk yapmanın yanlış olduğu kadar, aynı zamanda Allah’ın bizlere vermiş olduğu malın şükrünü de eda etmenin gerekli olduğudur. Her şeyin şükrü vardır. Mala mülke sahip olmanın şükrü de zekât ve sadakadır. Karun örneğin-de de olduğu üzere bizler, Yüce Rabbimizin bizlere vermiş olduğu malın şükrünü zekât ve sadaka ile gözetmeli, fakiri fukarayı korumalıyız.

“Ben bu malı kazanmak için ter dökerken, onlar benimle beraber ter döktü mü ki; malımı, para-mı kendi ellerimle fakirlere vereyim” dememeliyiz. Böyle diyen Karun ve benzerlerinin sonunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıyız.