“İnsanoğlu çiğ süt emmiştir, ondan her şey beklenir” derlermiş eskiler…
Boşa söylenmiş sözler değilmiş; ta fi tarihinden günümüze, süzüle, süzüle, denene, denene gelirmiş meğer…
Ülkemizin insancıklarına bir bakar mısınız?
Dün:
“El pençe divan durdukları” 12 Eylül Darbecilerinin karşısında, şimdilerde aslan kesilip, kahramanlık taslıyorlar, yani taslıyoruz, hep birlikte…
Bu günkü ikballerini sanki darbecilere borçlu değillermiş gibi…
Daha önceleri nerelerdeydiniz, nerelerdeydik?...
Haksız idamlara alkış tutmadık mı?
İşkencecileri kucaklayıp, işkenceye sırtımızı dönmedik mi?
Onca suçsuz insan boş yere zindanlarda çürütülürken, “Beni sokmayan yılan bin yaşasın.” Umursamazlığıyla yan gelip yatmadık mı?
Sol anlayışın köküne kezzap dökülüp, bir daha belini doğrultamayacak yılgınlığına itilirken, ülkücülüğü kendine ilke edinmiş gençlerin yaşını büyütüp darağacında sallandırırken bizler, göbek büyütüp gerdan kırmadık mı?
Özellikle gerek sol, gerekse sentezci sağ düşünce dinamikleri yerle bir edilip sindirilirken, alkış tutup nutuklar atmadık mı?
Bu günün iktidar sahipleri, darbecilerce sırtı sıvazlanıp kollanan, cemaat ve tarikatların gölgesinde gelişip serpilmedi mi?
Şimdi ne yapıyoruz?
Vurun abalıya! Haydi huraaa!
Ne de olsa güçten kesilmiş iki piri fani…
Dişleri sökülmüş, tutunacak dalları kalmamış bir zamanların aslanları…
Hani nerede o yağdanlıklar…
Köşelerinde methiyeler için nefes, nefese kalan anlı şanlı yazarlar…
Caddelere, mahallelere, resmi okul ve kurumlara isimlerini verebilme yarışında olanlar…
Yollarına kırmızı halılar döşeyip, karşılarında gerdan kırıp el etek öpenler!…
Neredesiniz?
O zamanlar mı doğru yapıyordunuz, yoksa şimdi yaptıklarınız mı doğru?
Hangisi?
İki Yüzlülüğün dik alası…
İnsanoğlunun somut göstergesi…
Acaba insan olmak bu mu? Bukalemumluk yani…
Elbette 12 Eylül 1980 darbesi, birçok mağdur yaratmıştır. İdamlar, işkenceler, yıllarca zindanlarda çürümeler, gasp edilen halklar, sürgünler ve benzerleri…
Bunların ocaklarına ateş düşmüştür, halen yanmaktadır. Bunları anlamak, bunlara hak vermek gerekir. Onların acılarına ortak olmak bir insanlık görevidir…
Ama unutulmasın! Darbeler çiçek yollamaz, kurallarıyla gelir, toplumu bu kurallara uydurmak içinde…
Darbe yıllarında kimse sesini çıkarıp dayanışma içine girebildi mi, mağdurlar dahil? Hayır!
Neden?
Korkudan…
Ya şimdi?
Her taraf süt liman, tehlike yok; kükrememiz ondan…
Ben kendi adıma 12 Eylül günü bayram yapanlardanım. En azından her sabah göreve giderken eşimle helalleşmek gereğinden kurtuldum. Bunun ne demek olduğunu yaşamayan bilmez; kimse ahkam kesmeye kalkışmasın…
11 Eylül Akşamına kadar ülkeyi seçilmişler yönetiyordu…
Parlamentoda Altı aydır bir cumhurbaşkanı seçemeyen seçilmişler…
Ülkede her gün akan kanları durdurmaktan aciz, görev yetki ve sorumluluğunu kullanamayan seçilmişler…
Emrindeki kurumların karşısında direnemeyip, iktidar ve muhalefetiyle teslim bayrağını hemen çekiveren seçilmişler…
Bana göre 12 Eylül, basiretsiz seçilmişlerin yönettiği Türkiye için doğruydu; millet derin bir nefes aldı…
Ama:
13 Eylül ve sonrası, özellikle insanlığa karşı hukuk dışı yapılan uygulamalar bir insanlık suçudur; mutlaka yargılanılıp hesabı sorulmalıydı. Şimdilerde sorsan ne, olur sormasan ne olur; muhatabın, yaşamlarının son demlerini yudumlayan iki yaşayan ölü…
Hem sonra unutmayalım:
Ülke yönetiminde asıl olan milli iradenin hükmü ise: ( ki hep öyle diyor, dilimizden hiç düşürmüyoruz.)12 Eylül Darbesi:1982 Halk oylamasında; Anayasasıyla, Cumhurbaşkanıyla % 92 lik bir halk çoğunluğuyla meşru kılınmıştır…
Buyurun! Buna ne diyeceğiz? Milli irade darbeyi meşru kılmış; darbe suç ise % 92 halk da, bu suçu, suç olmaktan çıkarıp, ben tasvip ediyorum demiş…
O halde: 12 Eylül’ün hesabını kimden soracağız?
Yürümekten aciz iki yaşlıdan mı, yoksa, Milli iradeden mi?