Ulusal niteliği olan bayramlarımızı meydanlardan çekip, salonların dört duvarı arasına hapsetmeyi düşünüyor…

Devlet büyüğü yüceliğine tırmandırılmışlardan bir muhterem:

Ulusal niteliği olan bayramlarımızı meydanlardan çekip, salonların dört duvarı arasına hapsetmeyi düşünüyor…

Nedeni muhtelif:

Öğrenciler ders çalışamıyor! Üşüyorlar! Veliler rahatsız oluyor; şikayetçiler!

Yani:

Hap haline getirilip, millete yutturulmaya çalışılan masumane bahaneler…

Açık ve net olarak:

 “Biz Cumhuriyet Rejimi’nin temel yapısına karşıyız; bunları, halkın gözünden ve özünden uzak tutarak unutturacak, yerine Ilımlı İslam felsefesine uygun bir devlet kuracağız, bunun hazırlığı içindeyiz.” Diyemedikleri için…

Yüzde Ellik oy ve o’nun rüzgarıyla; hazmettire, hazmettire…

Öte yandan:

Temel Eğitim Öğrencilerine okutulan; “Türküm! Doğruyum…” ile başlayan ve “Varlığım, Türk varlığına armağan olsun” ile sonuçlanan andımızı, yürürlükten kaldırmayı düşünüyormuş, aynı Devlet Büyüğümüz…

Gerekçe: Türklüğü, dolayısıyla da şöven duyguları ön plana çıkartması ve okullarda çeşitli ırklardan öğrencilere zorla Türklüğü dayatıyor olması, Avrupa Birliği formlarına uygun düşmemesiymiş!…

Başka bir neden de: Anlamının monotonlaşması ve içeriğinin kavratılamaması imiş!…  

Bir yavrunun: “Türküm…. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.” demesinden neden rahatsız oluyoruz?

Bilinmez mi ki: Türklük: Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyetini oluşturan ırklar mozayığının genel adıdır…

Bu mozayıkta: Türkmenler, Arnavutlar, Boşnaklar, Gürcüler, Çerkezler, Araplar, Kürtler, Rumlar, Ermeniler vb. ırki kavimler vardır. Hepsi de saygıya layıktır, kendi özünde ulu bir değerdir. Bu vatanın kazanılmasında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında hepsinin akıtılmış kanı vardır…  

Türklük ise: Bu ırkları bir arada tutan çok güçlü bir tutkaldır. Bu tutkalın varlığından korkuyor muyuz ki, söylenmesinden rahatsız oluyor da; kaldırmaya çalışıyoruz?...

Başka bir Zat-ı Muhterem Devlet Büyüğü de:

Gençliğe hitabeyi, “Bu ayet mi ki, duvarlara asalım; insanların gözüne sokalım…” demeye getirerek, okullardan ve resmi kurumlardan kaldırmayı düşünüyor…   

Sanki: Kur’an Ayetlerini duvarlara asıyorlarmış gibi…

Mustafa Kemal, 1927 de mecliste okuduğu söylevinin sonunda, Türk Gençliğine: “Ey Türk Gençliği!” diye seslenir ve: “Birinci vazifen Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini ilelebet müdafaa ve muhafaza etmektir.” der ve istikbalde ülke içinde olası olumsuzluklara dikkat çekerek:

“….Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleket dahilinde iktidar sahibi olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler…” uyarısını yapar ve:

“Ey Türk İstiklalinin evladı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”Diyerek bağımsızlığımızı ve cumhuriyetimizi Türk Gençliğine emanet eder…

Bu hitabe, Allah Emri değildir. Dolayısıyla ayet de hiç değildir ve kimsenin de böyle bir söylemi ve iddiası olamaz, olmamıştır da…

Bu: Atatürk’ün Türk Gençliğine verdiği bir görevdir. Seksen İki Yıldır, bu görev gençlik tarafından yerine getirilmiş; bağımsızlığımız tam olmasa bile, Cumhuriyet Rejimimiz korunmuş dimdik ayakta tutulmuştur…          

Sayın Büyüğümüzün kaygıları, düşünceleri nedir bilinmez. Bir şeylerden rahatsızlık duyduğu belli ki “Bu hitabeyi kaldıralım; milletin, dolayısıyla da özellikle Türk Gençliği’nin dikkat ve gözlemlerinden uzak tutalım.” gibi bir yaklaşım içinde olduğu akla yakın görünü-yor…

Neden rahatsızdır ki: Gençlik tarafından Cumhuriyet’in korunup kollanmasından mı? Cumhuriyet’in harici düşmanlarına karşı gençliğin hazırlıklı olmasının istenmesinden mi? “Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içinde bulunabilecek, ülke yöneticilerinin göz önünde tutulmasının hatırlatılmasından mı? Bilinmez…

Dikkat isterim!

Milletimizin ruhunda ve beyninde bütünleşmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri, tavsatılmak ve unutturulmak için usuletle ve suhuletle girişimler yapılıyor…

İşte bir tane daha!

Benim Sayın Başbakanım buyurdu ki:

 “Biz dindar bir nesil yetiştireceğiz, ateist değil.”

Ne yani: Cumhuriyetimizin 89. Yılında 75 Milyona dayanmış %99’u Müslüman diye öğündüğümüz insanlarımız, şimdiye kadar dindar olmamışlar da bundan sonra mı yapılacak?

%99’u Müslüman ama dindar değiller mi acaba?     

Başka bir yaklaşımla: Bütçesi; birkaç bakanlığın bütçesini ikiye katlayan bir Diyanet İşleri Başkanlığının yönetiminde; neredeyse her sokak başına açılan ibadet evleri, yüzlerce tarikat ve onların birkaç misli cemaat yapılanmasıyla, ülke genelinde sayıları Yüz Binleri aşan Kuran Kursları, İmam-Hatip ve İlahiyat Fakültelerinin varlığında, gençlerimizi dindar yetiştirememiş miyiz?

Buradan şunu mu çıkaracağız?

 “Laik Cumhuriyet Rejiminde dindar nesil yetişmiyor, laiklik engel oluyor!

Biz zamanla bu rejimi değiştirip, laiksiz, Ilımlı bir İslam devleti kuracağız; tüm okullar İslami felsefeye göre eğitim yapacaklar ve böylece; ülkede herkesin dindar olduğu bir nesil yetiştireceğiz.”

Bu mu, bunu mu söylemek istiyor benim Sayın Başbakanım? Ben anlayamadım…

Eh! Ne diyelim: Eğer böyle ise, böyle bir düşünce; %50 lik oy gücüyle de desteklendiğine göre: Biz de, “Hayırlara vesile olur İnşallah!” Demek düşer…

Öyle değil mi?