Güncelimizin baş konusu 28 Şubat 1997…
Ele fırsat geçti ya; gelen vuruyor, giden vuruyor o zamanki Milli Güvenlik Kuruluna…
Daha doğrusu bu kurulun askeri kanadına…
Vur Allah vur!
Baştaki sondaki, eşikteki beşikteki; mikrofonu kapan, eline kalem alan, herkes o dönemin askeri erkanına verip veriştiriyor…
Sanki: MGK sadece askerlerden oluşmuş gibi…
Sanki: MGK hükümet üstü bir güçmüş gibi…
Sanki: Milli Güvenlik Kurulu’nun asker üyelerinin sicil amiri yürütme erki değilmiş gibi…
Mademki: Dayatıldığı iddia edilen düşünceler anti demokratikti, hükümete, sivil yönetime müdahale idi; başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, tekmil sorumlu hükümet üyeleri niçin imzaladılar o bildiriyi?
Neden, kimden korktular?
Askerlerin darbesinden, kendilerinin tutuklanmasından mı çekindiler?
Oysa:
Üçlü bir kararname ile alayı görevinden alınabilinir, hatta emekliye bile sevk edilebilinirdi…
Yürütme erki: Devletin her şeyinden sorumlu, arkasında milli irade bulunan tek güç, tek otoritedir… Yasama ve Yargı hariç, bunun üstünde herhangi bir kuvvet, herhangi bir makam, asla yoktur, düşünülemez…
Kaldı ki:
MGK’nun kararları, hükümete tavsiye niteliğindedir; ne emirdir, ne de dayatmadır. Hükümet edenler; ister uygular, isterse de uygulamaz; bu konuda en ufak bir sorumluluğu yoktur…
O günler:
Yetkilerini koruyamayıp korkanlar ve onların ardılları, bugün kahraman kesilip tozu dumana katıyorlar…
Ve diyorlar ki:
“Refah-Yol İktidarı her alanda çok başarılı bir iv-me kazanmıştı; askerler çomak soktular…”
Olabilir.
Her hükümetlerin ana görevi, ülkeyi en iyi şekilde yönetmektir. Bu fazla büyütülecek bir şey değildir; iktidar olmak yan gelip yatmak mıdır? Elbet başarılı olmak için çalışılmalıdır.
Ne var ki:
Devletin sana verdiği yetkiyi kullanmayıp, gürültü-ye pabuç bırakırsan, elinden oyuncağı alınmış çocukçasına ağlayıp sızlanma hakkına da sahip olmamalısın…
Unutulmamalıdır ki:
O dönemin liderlerinden Rahmetli Ecevit ve Baykal’ın dışında diğerlerinin sırtlarında kamburları vardı…
Sayın Mesut Yılmaz, Yüce Divana gitme baskısı altında, Sayın Çiller, Tofaş ve Tedaş yolsuzluklarının muhatabı, Rahmetli Erbakan Hocamız da, Bosna, Hersek için toplanıp da, yerine ulaştırılmayan ve repoya yatırılan, yardım paralarının sıkıntısını çekiyor-du… Bu paralar ne oldu, nerede tutuldu, kimin cebin- de; dava zaman aşımına uğradığı için bilinmiyor… Gitti gider!
Hafızalarınızı bir yoklayın:
O dönemde, oluşturulan koalisyonların mayası, liderlerin ayıplarını karşılıklı örtme, aklama hesabıyla yoğrulmuştu…
Böylesi bir ortamda: MGK’nun, tamamen ülke yararına, rejimin temel yapısını koruma adına, demokrasinin işlemesi uğruna almış oldukları kararları, (ki: Bu kararların altında, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, ilgili tüm hükümet üyelerinin imzası vardır.) hükümete bir dayatma olarak algılamak, sorumluluktan kaçmaktır, ya da görev yetkisine sahip çıkmamaktır, ya da mağdurluğa soyunmaktır…
Milli Güvenlik Kurulu’nun tarihe geçmiş 28 Şubat Kararlarından uygulanabilen bölümleri, ülkemiz adına çok hayırlı olmuştur. Bunlardan bir tanesi, 8 Yıllık kesintisiz temel eğitimdir ki; ne kadar isabetli olduğu okullaşma oranın yükselmesiyle görülmektedir.
O günlerde bu kararları övmekten, alkışlamaktan kendinden geçenler, şimdilerde; yerden, yere çarpmak için birbiriyle yarışıyor…
Öyle değil mi?
Fethullah Gülen Hoca Efendi hazretleri bile, Amerika ya göçmeden önce, 28 Şubat Kararlarını çok demokratik bulup, göklere çıkarmamış mıydı? Daha da pekiştirerek: Sayın Erbakan’dan ve Refah Partisinden de demokratik bir karar olduğunu söylememiş miydi?...
Ya şimdi?
O günkü sorumluluk kaçkını hükümetler ve parlamenterler unutuldu, siviller göz ardı edildi; tek suçlu askeri kanat…
Vurun! Bir dahi vurun! Demokrasi adına, din aşkına, iman aşkına vurun!
Çünkü: Onlar bir zamanlar askerdi…
Şimdi: Dişleri sökülmüş aslana döndürüldü…Yetmez! Bir daha, bir daha vurun!