Artık demir almak günü gelmişse zamandan, meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, birçok seneler geçti; dönen yok seferinden…
Yahya Kemal Beyatlı´nın ölümü anlatan şiiri…
Gidenler memnun ki kimse geri gelmiyor…
Aslında ölüm güzel şey; budur perde ardından haber, hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Ah o ayrılık olmasaydı…
Ölmemek insanlar için felakettir. İnsanlık için, dünya için felaket…
Bir buğday için sararıp olgunlaşmamak ne ise insan için de ölmemek odur…
İnsanın yaşamı doğru olduğu zaman ölüm korkusu da yoktur.
Bizi ölümden yıldıran tek şey yaşamın kötülük içinde geçmesidir…
O yüzden hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıp, yarın ölecek gibi ibadet etmemiz gerekiyor…
Beynin durmasıyla birlikte, vücuda yayılan biyoelektrik enerji kesildiği için beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromanyetizmasını yitirir ve böylece ruh bedenden bağımsız yaşam biçimine geçer.
İşte bu olayı bilim, ölüm kelimesiyle açıklıyor…
Öyle ki ölümün en iyi tanımı herhangi bir şekilde, ölümle ilgili bir şey söylendiğinde, gösterildiğinde ya da yapıldığında insana o duyguyu hissettiren, tüylerini diken diken eden, hatta çoğu zaman dua ettirmeye başlayandır…
Ölümün tanımı aslında kelimelerle yapılmaz çünkü ölüm nerdeyse tanımı oradadır…
Ona dair başka bir şey söylemeye gerek yoktur.
Hz. Ömer, halife olduğu gün bir adamı yanına çağırıyor, her gün sabah yanına gelip “ya Ömer ölüm de var” demesini istiyor.
Aradan yıllar geçiyor.
Halife adama artık gelmemesini söylüyor.
“Bu sabah aynaya baktım, sakalıma ilk ak düşmüş.
Bana ölümü hatırlatan bir şey var artık.”
Ölümü unutmak kalbin paslanmasıdır.
Hepimiz ölümün nişanlısıyız…
Her nefs mutlaka ölümü tadacak…
O yüzden bu fani dünyanın hayaline aldanıp, rengine kanmamak lazım…
Mevlana´nın dediği gibi: ‘‘Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi! Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler…´´
Nice sultanlar orda kara toprak altında, sana mı kalacak dünya?
Hayata söven de çok, ölüme gülen de çok ama bunu anlayan yok…
Onca didişme, onca savaş, onca hırs, hepsi boş…
Her şeyin bir ipliğin ucunda olduğunun kanıtıdır ölüm…
Ve bu ölümün yaşa saygısı yok…
Sanki hep yaşlılar ölecek, gençlere daha sonra sıra gelecek diye düşünüyoruz.
Ama ölümün zamanı olmadığı gibi ne yazık ki yaşı da yok…
O yüzden güvenme gençliğine, ölenler hep ihtiyar mı…?