Yanlış okumuyorsunuz; ben İRTİCACIYIM!

Yanlış okumuyorsunuz; ben İRTİCACIYIM!

İrtica: Geri dönme, eskiyi isteme anlamında, Osmanlıca-Arapça bir sözcüktür.

İrticacı da: Geçmişi seven, ona bağlı olan ve onu arzulayan demektir…

Ben de geçmişi özlüyorum. Öyle Yüz Yıl, İki Yüz Yıl eskiyi değil; Otuz, Kırk Yıl öncesini istiyorum…

Okuyan, Yüksek Öğrenimini tamamlayan her gencimizin, açıkta kalmayıp, kendine uygun iş bulabildiği yılları düşünüyorum…

Aile bütçesine destekten öte, en azından üretmiş olmanın, kendi kendine yetebilmenin onurunu yaşayan, gençlerimizi hayal ediyorum…

Üniversitesini bitirmiş ve hatta askerlik görevini de tamamlamış, ama hale anne ve babasının eline bakan gençlerimizin yaşadığı aşağılık kompleksini gördükçe; iç geçiriyor, elemlere bürünüyor ve eski günleri özlemle anıyorum…

İşte! Benim İRTİCACILIĞIM bundan…

Şu hale bir bakar mısınız?

Eğitim Fakültelerini bitirmiş, sayıları Yüz Binleri aşan genç öğretmen adaylarının çilesine…

Her ay, her yıl, Milli Eğitim Bakanlığının İki dudağı arasından çıkacak tayinlerle ilgili haberleri bekleyip dururlar…

Bu kura da değil, öteki kurada da değil, belki de daha ötekisinde olur diye; onunla yatar, onunla kalkarlar…

Umut, garibin ekmeği; “Ye Mehmet ye!” Tabi, yılları yemeye ömürleri yeterse…

Bir büyüğümüz, hem de en büyüğümüz, Başbakanımız, benim Başbakanım ne buyurmuşlardı yakın geçmişte:

 “Hükümet, her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değildir.”

Doğru:

Hükümet, İş ve İşçi Bulma Kurumu mu ki bu konuya kafa yorsun...

Ama:

Ülkemizdeki nüfus artışı ve olası ihtiyaçlar göz önüne alınarak, gelecek yıllar için bir plan ve onlara uygun bir program yapması gerekmez mi?

Sadece halka şirin görünmek, onların gönüllerini fetih etmek, dolayısıyla da oylarını kapmak için, ulu orta her yere üniversite açmak da neyin nesi?

Yeterli öğretim kadrosu düşünülmeden, öğretici ders araç gereçleri ve laboratuar olanakları göz ardı edilerek, mezunlara yeterli istihdam alanları hiç hesaba katılmadan,“Bir müdür, bir mühür…” Ya da; şimdilerde görüldüğü gibi; bir dekan, bir tabela örneği ile, fakülte ve yüksek okul hayal etmek, bu topluma ne kazandıracak, ağızlarına bir parmak bal sürmekten başka?...               

Genel olarak yüksek öğrenimi bir kenara koyalım: Hiç değilse: Yarının sigortası olacak çocuklarımızın eğitimine yön verecek öğretmen kadrolarının yetiştirilmesinde özel bir itina gösterilemez mi?

Eski yöneticiler…

Otuz, Kırk Yıl öncekiler ve onlardan daha eskiler…

Bunlar zeka noksanı mıydılar?

O zamanlar:

Yeteri kadar, İlkokul öğretmeni yetiştiren öğretmen okulları…

Orta ve Lise Öğrencileri için Eğitim Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen okulları…

 “Öğretmen, öğretmen okulundan yetişir” ilkesiyle; Tevhidi tedrisat, yani Eğitimde Birlik Yasasının ölçütü içerisinde, Cumhuriyetin ön gördüğü nesilleri eğitecek, yeterli pedagojik formasyona sahip öğretmen yetiştiriyorlardı…

Bu okullar genel olarak yatılı, yani parasızdı; öğrencilerin barınma, beslenme, giyim kuşam ve benzeri gereksinmeleri devlet tarafından karşılanıyordu.

Devlet zengindi yani!...

Ne yapıp, ne edip para buluyor, bu kurumları ayakta tutuyor; eğitimde birlik ilkesine uygun, “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesillerin yetişmesinde” görev alacak öğretmen kadrolarını hazırlıyordu…

Bu öğretmenler: mezun oldukları gün, ilk maaşlarını alıp, kuralarını çekiyor, Anadolu’nun dört bucağına görev yapmak için dağılıyorlardı…

Buralarda okumak için seçilenler; başarılı olup okulu bitirdikleri taktirde: Öğretmen olacaklarını ve atanacaklarını biliyor gelecek endişesi taşımıyorlardı…

Ya şimdi?

Devlet aynı devlet; ama işlevi değişik…

1980 Yılından sonra devlette sorumluluk alanlar, önce tüm öğretmen yetiştiren okulları kapattılar, yerine eğitim fakültelerini çoğalttılar…

Öğretmenler üniversiteli oldu yani…

“İşte üniversite, işte Eğitim Fakültesi! Kazan, oku, bitir! Ben istediğim zaman, istediğim kadar elaman alırım; ötesine karışmam, bakarsın başının çaresine…” dediler, diyorlar…

Diyorlar demesine de: Sönen umutları, çaresizliği, psikolojik yapısı tarumar olmuş gençliğin ruhsal çöküntüsünü, hiç kimse düşünmedi ve düşünmüyor…

Geleceğe yönelik, ne plan ne de program var; “Saldım çayıra, Allah kayıra.”

Eh! Ben İRTİCACI olmakta haksız mıyım..