Sosyoloji´de “insan toplum hayatı yaşamak zorundadır” ilkesi vardır. Bunu yaratılışın insan suretine büründüğü Hz. Adem´in yaratılışında da somut olarak görüyoruz. Çünkü Hz. Adem´le başlayan insan yaratılışı, ikinci safhasında Hz. Havva´nın yaratılışı ile aile oluşuyor. Bu duruma göre İbn-i Tufely´in yazdığı Hayy bin Yakzan çakması Robinson Crusoe hikayesi bir hayal ürünü olmadan öteye geçmiyor.

İnsanın, toplum hayatı yaşadığı ilk ortam ailedir. Aileye toplumun atomu, hücresi diyebiliriz. Bu hücre ne ise onu meydana getiren organda odur. Aile kurumu sağlıklı ise toplumda sağlıklı, hastalıklı ise toplumda hastalıklıdır.

Eğitim ailede başlar. Aile olmanın büyük sorumluluğu vardır. Bu sorumluluklardan en önemlisi de çocuk eğitimidir. Eğitimin doğumla başladığı belirtilir; günümüz eğitim bilimcileri bunun anne karnında başladığını ifade etmektedirler. Dini kültürümüzün önemli şahsiyetlerinden İmam-ı Azam´ın şu hikayesi bunu teyid etmektedir:    “İmam-ı Azam´ın babası talebe iken bir dere kenarında abdest alıyordu. Su üzerinde bir elmanın gittiğini gördü. Elmayı aldı ısırdı. Koparmadan haram olduğu aklına geldi. Sahibinden izinsiz yiyorum, diye elmayı attı. Elmayı ısırınca suyu ağzına gitmişti.

            – Ben, bu elma sahibini bulup, elmanın suyunu helal ettireyim, diyerek yürümeye başladı. Elma bahçesini buldu. Bahçenin sahibine meseleyi anlattı. Bahçe sahibi:

            – Benim bir kızım var. İki gözü kör, iki kulağı sağır, iki ayağı topal, iki kolu çolak bunu alırsan helal ederim, der. İmam-ı Azam´ın babası Allah korkusundan:

            – Ne olursa olsun kabul ederim, dedi.

              Nikahlarını kıydılar. Düğün gecesi baktı ki kız hem çok güzel, hem de çok sıhhatliydi. Hiç bir özrü ve aza noksanlığı yoktu. Yanlışlık mı var diye dışarı çıktı. Kızın babası:

            – Yanlış değil. Benim kızımın iki gözü kör dediğim, harama bakmamış. İki kulağı sağır dediğim, kötü şeyler duymamış. İki kolu çolak dediğim, elleriyle bir günah işlememiş. İki ayağı topal dediğim, Allah´ın haram ettiği yerlere gitmemiş.

            Bunlar evlendiler ve bu evlilikten Numan isminde bir çocukları oldu. Yani bu çocuk İmam-ı Azam´dı. İmam-ı Azam beş veya altı yaşlarında, Kur´an-ı hatim etti. Dokuz yaşında hafız oldu. İmam-ı Azam´ın babası:

            – Bizim çocuk dokuz yaşında hafız oldu, deyince annesi:

            – Sen, o elmanın suyunu yutmasaydın yedi yaşında da hafız olurdu, dedi.”

Anne-baba olma sorumluluğu yabana atılmayacak kadar önemlidir. Hal, hareket ve sözlerimiz kısacası tüm yaşantımız etrafımızı etkilemektedir. Kazancın helal dairesinde, yaşantının iyilik ve doğruluk üzerine kurulması geleceğin mimarları çocuklarımızın doğru, dürüst insan olmalarının gereğidir. Çocuktur anlamaz mantığı doğru değildir. Çocuk algısı mükemmel olan bir varlıktır. Etrafında cereyan eden tüm olayları zihnine kaydetmektedir. İlerde yanlış davranışlar ortaya çıktığında eyvah demenin bir anlamı olmasa gerek. Ünlü Sosyolog Herbert Spencer bu konuda “Eğitim ana dizinden başlar, her söylenilen kelime çocuğun kişiliğine konan bir tuğladır.” der.

Anne-baba, aile olmak sorumluluk ister, bu sorumluluğu ötelemek veya sorumluluktan kaçmak demek; gelecekte telafisi mümkün olmayan kötü sonuçların doğması kaçınılmaz demektir.