“Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi birer ümmet olmasın. Biz kitapta (levh-i mahfuzda) hiçbir şeyi eksik bırakmadık, sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanacaklardır.” (el-Enâm 6/38)

İslami gelenek ve literatürde önemli bir yeri olan “ümmet” kavramının hayvanlar için de kullanılması gerçekten dikkat çekicidir. Zira hayvanlar, ekolojik düzen ve dengenin sağlanmasında oldukça mühim bir yere sahiptirler. Ayrıca hayattaki her nimet gibi hayvanlar da insanoğlunun hizmetine takdim edilmiş emanetlerdir. Dolayısıyla bu emanetlerden istifade ederken hıyanet içinde olmamak, onlara karşı daima güzel muamelede bulunmak gerekir.

Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu, içine indi su içti ve dışarı çıktı. Bir de ne görsün, bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine:

“Bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış.” deyip hemen kuyuya indi. Ayakkabısını su ile doldurdu. Onu ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Adamın bu hareketinden Allah Teâlâ hoşnut oldu ve onu bağışladı.

Sahâbîler:

"Ey Allah’ın Resûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı?" dediler. Resûl-i Ekrem:

"Her canlı sebebiyle sevap vardır” buyurdu. (Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm 153)

Peygamber Efendimiz’in burada verdiği örnek karşısında, Sahabîlerden bazılarının, “Hayvanlara iyilikten dolayı da sevap kazanabilir miyiz?” diye sormaları normaldir. Çünkü bu tür bir davranış o günkü toplumda mevcut değildi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Nebiyy-i Muhterem bu soruyu soranları ve onlar gibi düşünen bütün insanları, verdiği cevapla ikaz ve irşad etmiştir. Böylece hayvan da olsa mahlûkata yapılacak her iyiliğin Allah’ın rızasına ve mağfiretine vesîle olacağını anlamaktayız. Bağışlanma ise saâdet vesilesidir.

Dikkat çekici bir diğer hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur:

“Bir kadın, ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azaba uğradı ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkan vermemişti.” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Selâm, 151)

Bazen, hırçın hayvanları sırf terbiye etmek için belli kısıtlamalara tabi tutmak gerekebilir. Ancak burada aşırıya kaçmamaya dikkat edilmelidir. Savunmasızdır diye hayvana eziyet edilmesi İslam’ın ruhuna aykırı bir davranıştır. Bu zulmün, dünyada veya ahirette hesabı mutlaka sorulur.

Bu gün hayvan hakları ve onların korunup, karınlarının doyurulup su ihtiyaçlarının karşılanmaları konusunda dinimizin ve insanlığımızın bize emanet olan hayvanlarımız ile ilgili bir yazı yazmayı uygun buldum.

Ayrıca belki bir çoğumuz hayvanları küçük görüp bir çoğunun işe yaramaz olduğu iddia etse de zamanı geldiğinde belki birçoğumuzun hayatını kurtaran bir hayvan olduğunu unutmamamız gerekir. Bu gün benim başımdan geçen gerçek bir olayı sizlerle paylaşmak istedim:

Evet, değerli okurlarım bugün ben hayatta isem, yaşıyorsam beni Kars çayında boğulmaktan kurtaran bir çoban köpeğine borçluyum.

Çocukluğumuzda kış aylarında yoğun yağan karlar üzerinde kendimizin tahtadan yaptığı kızaklarla kaymak kadar zevkli bir şey yoktu. Kars Doğum evi hastanesi Valilik konağının aşağısında idi. Buraya hastane yokuşu derdik Kars’ın en dik yokuşlarından biri olduğu içinde kışın Kars’ın bütün çocukları burada kızak kayardı. Zaman, zaman ufak tefek kazalar olur, bu kazadan sıyrıklar, bedende kırık çıkıklar meydana gelirdi.

Bizde bu kalabalıktan kaçınır, kışın donmuş olan Kars çayı üzerinde kayardık. Ben öylesine kendimi kaptırmıştım ki saat hayli ilerlemiş ikindiye doğru havada soğumaya başlamıştı. Ben kızak tan inip, kızağın ipini koluma doladım ve eve doğru yola koyuldum. Donmuş çayın kıyısına geldiğimde buz tabakasının çatırdadığını fark ettim. Telaşla kıyıya doğru yürümeye başladım. Buzda koşamadığımdan hızlı adımlarla kıyıya varmaya çalışıyordum ki incelmiş buz tabakası kırıldı ve ben sulara gömüldüm. Kıyıya da fazla bir şey kalmamıştı ha desem karaya ayağımı basacaktım ama yarı belime kadar o soğuk suya gömülmüştüm. Üstelik kızağın ipi koluma bağlı olduğundan kendimi kıyıya atamıyordum. Bir yandan ipi çözmeye çalışırken diğer yandan batmamak için çaba sarf ediyordum.

Ben bu şekilde debelenmeye çalışırken, Kars çayının ortasında küçük adacıkta koyunlarını samanla besleyen çobana seslendim. Ancak çoban sesimi duymadı. Ben sürekli can havli ile çırpınıp dururken bir anda çobanın köpeği yanımda bitiverdi. Ben ya burada boğularak ölecektim ya da çoban köpeği tarafından parçalanacaktım diye düşünürken içimden bildiğim bütün duaları okumaya başlamıştım. Artık iyiden iyiye takatim kalmamıştı. İri cüsseli Sivas Kangal ırkı köpek sanki bana cesaret verir gibi önce yüzümü yaladı ve sonra kabanımın sırt kısmını ısırarak beni dışarı doğru çekmeye başladı. İnanılır gibi değil. Çoban köpeği beni kıyıya çıkarmış, yeniden beni kurtardığı için mi ne benim yüzümü yalıyordu. Ben de onun başını okşayıp sevgi gösterisinde bulunmuştum. Bir süre sonra köpek koyunların yanına döndü. Bende ıslak elbiselerin altına titreyerek evin yolunu tuttum.

Eğer o gün bu mucizeyi yaşamamış olsaydım şimdi bende yaşamıyor olurdum. Bu yüzden hayvanlara merhametle davranmalıyız. Hiç ummadığınız bir durumdan sizleri de onlar kurtarır.