Bu gün sizlere başımdan geçen bir ilginç olayla merhaba demek istedim! Zor şartlar altında gurbette tahsil yapmanın zorluklarını hepimiz çok iyi bil sekte şimdi anlatacağım olay ile sizde şaşıracaksınızdır!
Yılı 1979 İstanbul Şişli İlçesine bağlı Okmeydanı semtinde elektrikçi dükkanım vardı.
Benim dükkana aynı evde kalan Üniversiteli öğrenciler takılırdı. Her biri ayrı memleketlerden okumak için İstanbul’a gelen bu gençlerin dördü beşi birleşerek bir ev kiralayıp okumaya çalışırlardı. Zaman, zaman bu gençlere sigara alır, bazen da onlara yemek ısmarlardım. Çaylarını simitlerini ısmarlar, onlara para harcatmazdım.
Bir gün öğrencilerden Seyfi’yi benim dükkan telefonuyla biri ile konuştuğunu görüp Seyfi’ye sordum:
“Hayırdır Seyfi? Memleketi mi aradın?” deyince Seyfi hafiften kızarıp cevap verdi:
“Hayır, Yusuf ağabey! Bizim Cengiz, Dolapdere’den beni aradı. Onunla konuşuyorduk.” Ben hayli meraklanıp yeniden sordum:
“Cengiz Dolapdere’de ne arıyor? Sizin okulunuz Beyazıt’ta değil mi?” Seyfi biraz kekeleyerek:
“Evet ağabey. Cengiz Dolapdere Camii yakınında ki telefon kulübesinden beni aradı. Dolapdere Camiinde bir cenaze varmış ta onu haber verdi!” benim merakım kat, kat daha arttı. Cengiz Hatay Kırıkhan’lı. İstanbul’da akrabası falan da yok. Peki, bu çocuk kimin cenazesine gitti diye düşünürken Seyfi yeniden konuştu:
“Ağabey orada öğlen Namazı’na müteakiben bir cenaze namazı için beni aradı ve bana da gel dedi!” ben hala ne olduğunu anlamamıştım. Ve yine merakla sordum:
“Oğlum cenaze kiminmiş? Sizin yakınız desem. Bildiğim kadar sizin burada akrabanız falan yok. Bu cenaze kimin?” Seyfi nihayet ağzındaki baklayı çıkardı:
“Bizim tanıdığımız falan değil ağabey. İşin aslı şu: Biz ve diğer arkadaşlar, Yunus, Zeki, Ufuk, Burhan Cengiz ve ben İstanbul’da yakın semtlerde ki camileri takip edip, hangisinde cenaze varsa biz de o camiye gidip, cenazeye katılıyoruz. Daha sonra mezarlığa gidip ölü sahibinin dağıttığı yiyecekleri alıp tıka basa yiyerek öğlen yemeğini aradan çıkarmış oluyoruz. Bazen, ikindi de gömülenler oluyor oradan da topladıklarımızı akşam yemeği olarak eve getirip günü kurtarıyoruz.” Demez mi benim içim sızladı. Hiç sesimi çıkarmadım. Bir müddet sessiz kaldıktan sonra tekrar sordum:
“Peki, her zaman cenaze oluyor mu?” Seyfi biraz sıkılarak cevap verdi:
“Yok ağabey. Uzak semtlerde belki oluyordur ama oralara gitmek için de öğrenci abonmanlarımızı harcamak istemiyoruz. Onun için yakın yerlerde ki cenazeleri takip ediyoruz.” Ben yine merakla sordum:
“Oğlum Maşallah siz bedava yemek denk getirirken cebinizden de malbora, kent, palmal sigaraları da eksik olmuyor. Paranız yok, yemeği bedavaya getiriyorsunuz diyeceğim, ama içtiğiniz sigarayı görünce “Bu ne nane, bu ne turşu?” demekten de kendimi alıkoyamıyorum!” Seyfi biraz gülerek bana açıldıkça açılmaya başlamıştı:
“Ağabey biz sadece cenazelere yemek için katılmıyoruz. Cenaze sahipleri kabristanlığı terk ettikten sonra cenazeye getirilen çelenkleri de toplayıp yakındaki çiçekçilere satıyoruz.” Ben iyice afallamıştım içimden dur bakalım daha neler anlatacak bu çocuk derken Seyfi devam etti:
“Bizim Yunus ile Burhan İmam hatip’li olduğundan her Cuma Zincirlikuyu mezarlığında Kur’an okuyup ölü sahipleri bizimkilere para veriyor. Ne yaparsın ağabey? Yoksa İstanbul gibi yerde Üniversite okumak kolay mı sanıyorsun?” Ben daha diyecek laf bulamamıştım. Bu şekilde para kazanmak ve bedavadan karın doyurmayı ilk defa görüyordum. Öylece dona kalmış Seyfi’nin yüzüne bön, bön bakarken Seyfi yeniden devreye girip:
“Ağabey Ufuk Çağlayan’da Rıza amcanın dükkânındadır. Onu arayıp şu cenazeyi haber vereyim.” Demez mi? Çaresiz başımı sallayıp:
“Tabi ara bakalım cenaze beklemeye gelmez.” dedim. Seyfi telefonun ahizesini kaldırıp numaraları çevirdi ve Ufukla kısa bir konuşma sonrası telefonu kapadı ve bana dönüp:
“Ağabey şu İstanbul’da kafayı çalıştırmazsan aç kalırsın. Başka türlü de okumanın yolu var mı? Hem okuyup hem çalışmak istesek, dersleri asmış oluyoruz. Böyle çalışmadan hem para kazanıyoruz, hem de karnımızı para vermeden doyuruyoruz!”
Seyfi’nin bu sözlerini ben hiç unutmadım. Gerçekten yüksek okullarda okuyan gençlerin işleri çok zordur. Üstelik gurbet ellerde ev kirası, okul masrafları da cabası. Ne diyelim Allah böyle durumda okuyan çocuklarımıza yardım etsin!