TikTok’ta video kaydırırken bir anda Gazzeli çocukların ces*tlerine, ardından lüks yatlarda dans eden influencer’lara, sonra da Paris Moda Haftası’ndan bir kıyafet yorumuna geçiyorsunuz.

Ve bunu hiç yadırgamıyorsunuz.

Bir yeriniz sızlıyor belki, ama kaydırmaya devam ediyorsunuz.

Çünkü sızlamaya alıştınız.

Çünkü artık şaşırmıyorsunuz.

Çünkü hipernormalleştiniz.

Bu Yeni Normal mi?

Her gün başka bir felaket, başka bir yolsuzluk, başka bir ölüm, başka bir kriz.

Ve biz her yeni haberi, bir öncekini yutar gibi okuyoruz.

Hiçbirine yeterince öfkelenmiyoruz.

Hiçbirini yeterince hatırlamıyoruz.

Tepki vermek yerini “devam et” tuşuna bıraktı.

Gözlerimiz açık ama artık hiçbir şeye odaklanamıyoruz.

Hipernormalleşme Nedir?

Bu ruh hâlini ilk tanımlayan kişi 2005 yılında Rusya doğumlu antropolog Alexei Yurchak.

Ortaya koyduğu kavram:

Hypernormalization – Aşırı normalleşme.

Yani sistemin çürümüşlüğü o kadar uzun süre devam eder ki, artık ona karşı mücadele edilemeyeceğine inanılır.

Ve insanlar tüm çarpıklıkları “normal” gibi yaşamaya başlar.

Tepkisizlik bir savunma mekanizmasına,

Güvensizlik bir yaşam biçimine,

Çürüme ise sıradanlığa dönüşür.

Neden Böyle Oldu?

Dijital antropolog Rahaf Harfoush şöyle diyor:

“Son yıllarda inşa edilen sistemler artık bize hizmet edemiyor; teknolojik altüst oluş, iklim krizi ve jeopolitik değişimlerle baş edemiyorlar.

Yine de iktidardakiler bu çökmüş düzene sıkı sıkıya tutunuyor.”

Yani sistem bozulmuş ama işlemeye devam ediyor gibi yapıyor.

Bizler de bu bozulmayı görmezden gelerek yaşamayı öğreniyoruz.

Peki Ya Türkiye?

Her gün ekrana düşen bir başka gözaltı haberi,

Bir başka yolsuzluk iddiası,

Bir başka kadın cinayeti,

Bir başka orman yangını…

Önce öfkeleniyoruz.

Sonra haberin altına birkaç emoji bırakıyoruz.

Ve bir sonraki gönderiye geçiyoruz.

Kadınlar Ölüyor

“Adalet istiyoruz!” pankartları sadece haber arşivine bir fotoğraf daha ekliyor.

Bir annenin feryadı ekranlardan yankılanıyor, sonra siliniyor.

Kadın cinayetlerinin sayısı artıyor ama her yeni ölümle birlikte öfkemiz eksiliyor.

Bu duyarsızlaşma, şiddetin bir parçası hâline geliyor.

Ormanlar Yanıyor

Yangınların çıkış sebepleri tartışılmıyor.

Önlemler alınmıyor.

Sorumlular belirsiz kalıyor.

Ve biz bir başka story izleyerek doğanın ağlayışını sessize alıyoruz.

Ağaçlar yanarken filtreli yüzlerimizi izliyoruz.

Yalnız Değilsin

Bir noktada hepimiz şu hissi yaşadık:

“Deliriyor muyum? Yoksa herkes mi susuyor?”

Bu duyguya bir isim veren psikoterapist Caroline Hickman şöyle der:

“Dünyadaki en kötü şey, bu şekilde hisseden tek kişinin sen olduğunu sanmak ve sessizce delirdiğini düşünürken herkesin inkâr içinde olduğunu görmek.”

Yani yalnız değilsiniz.

Ama susmaya devam ederseniz, yalnız kalırsınız.

Şimdi Ne Yapmalı?

Her sabah ekranımıza yağan sansasyonel manşetler, sosyal medya algoritmaları ve manipülasyon ağları arasında aklımızı kaybetmemek mucize gibi.

Ama bu mucizeyi başarmak zorundayız.

Çünkü hipernormalleşme, sadece sistemin çöküşü değil; bireyin hissizleşmesi demektir.

Ve hissiz bireylerden sağlıklı bir toplum doğmaz.

Bu Yüzden:

• Şaşırın.

• Sorgulayın.

• Yadırgayın.

• Paylaşın.

• Yazın.

• Anlatın.

• Unutmayın.

Çünkü:

Bugün normalleşmeyi reddetmek, akıl sağlığını korumaktır.

Bugün sorgulamak, direnmenin en sessiz ama en etkili yoludur.