İnsanın yaşamı...

Alıştığı düzen, çevresi, cebindeki imkânlar, gördüğü manzaralar…
Hepsi, birer görünmez duvar gibi çevreler bizi.
Ve biz, çoğu zaman o duvarların içinde yaşar, hatta onları fark etmeyiz bile.
“Hayal et, yeter ki iste, her şey mümkün” derler ya…
Ne güzel sözdür o! Ama insanın içinden bir ses hemen fısıldar: “Gerçekten öyle mi?”

Bir bahçıvanı düşünün.
Her sabah erkenden kalkar, eline makasını alır, çiçeklerin yapraklarını okşar gibi budar.
Toprakla konuşur, rüzgârla dertleşir.
Günün sonunda eve dönerken, yolunun üzerinde bir yalı vardır.
Denize nazır, görkemli, pırıl pırıl bir yalı...
Bahçesinde rengârenk güller, ince bir zevkin elinden çıkmış bir düzen...
Bahçıvan, kapının önünden geçerken durur bir an.
Derin bir iç çeker, gözlerini o bahçeden ayıramaz.
Ve usulca söylenir:
“Ah, keşke buranın bahçıvanı olsam...”

Dikkat edin, “keşke bu yalının sahibi olsam” demez.
Çünkü o cümle, onun dünyasının sınırlarının ötesindedir.
Hayal gücü, yaşadığı hayatın gerçeğiyle yoğrulmuştur.
Gözü, gördüğüyle sınırlıdır; aklı, ulaşabileceğini sandığıyla.
Statüsü, tecrübesi, yaşadığı çevre... Hepsi birleşir, ona der ki:
“Senin yerin burası. Daha fazlası fazla gelir.”

Oysa o bahçıvan, farkında olmadan bir hakikatin aynasıdır:
İnsan, yaşadığı dünyanın sınırları kadar hayal kurar.
Bir memur, müdür olmayı hayal eder.
Bir esnaf, dükkânını büyütmeyi.
Bir öğrenci, mezun olmayı.
Bir iş insanı, daha çok kazanmayı...
Ve kimse, çoğu zaman kendi sınırlarının ötesine geçmeyi düşünmez.

Ama hayalin asıl değeri, ulaşılabilirliğinde değil; ufkumuzu genişletmesindedir.
Bir gün o bahçıvan, o yalıya bakıp “Ben neden bu yalının sahibi olmayayım?” diye sorduğunda, işte o zaman dünya biraz sarsılır.
Çünkü o soru, sessiz bir devrimdir.
O soru, kaderin iplerini insanın kendi eline alma cesaretidir.

Kimi için bu, naif bir umut...
Kimi içinse delilik.
Ama unutmayalım; dünyayı değiştirenler, hep o “delice” hayalleri kuranlardır.
Ulaşılmaz görüneni isteyenlerdir, imkânsız denileni deneyenlerdir.

Belki de mesele, sahip olmakta değil; düşleyebilmekte.
Kimi bir yalıyı düşler, kimi bir çiçeği.
Ama insan, neyi düşleyebildiğini seçerken, aslında kim olduğunu da seçer.

O yüzden bazen kendimize sormalıyız:
“Ben hangi duvarların içinde yaşıyorum?”
Belki o duvarları biz ördük, belki de sessizce kabullendik.
Ama bir gün...
Bir gün bir cesaretle o duvarlara dokunursak,
Belki de hayallerimiz, gerçeğimizin ta kendisi olur.
Ve unutma;
Hayal kurmak hâlâ bedava.
Henüz devlet hayal kurmak için vergi koymadı.
O yüzden korkma, bol bol hayal et.
Belki de geleceğin, tam da o hayalin içinde saklıdır.