Çok üzücü bir haberi hep birlikte duymuş olduk. Mattie Ahmet Minguizzi davası…
Yine adalet yerini bulmadı.
Yine bir ailenin sesi boğazında düğümlendi, gözyaşları toprağa karıştı.
Ve yine biz sustuk.
Oysa bu dava, sadece bir ailenin değil, bir ülkenin vicdan sınavıydı.
Yıllardır bu topraklarda kötülük, cezasızlığın kanatları altında büyüyor.
Cezalar hafifledikçe suçlular ağırlaşıyor.
Kötüler artık korkmuyor; çünkü biliyorlar ki, bu ülkede adalet güçlülerin önünde eğiliyor.
Ülkem, Teksas sahnelerini aratmayacak kadar karanlık bir hikâyeye dönüştü.
Kadınlar öldürülüyor, çocuklar istismar ediliyor, gençler sessizce kayboluyor…
Ve biz, haber başlıklarına sığdırılamayan bu ölümleri “alışıyoruz.”
Alışmak bir ulusun en büyük felaketidir.
Şiddet artık sokakta değil, zihnimizde normalleşti.
Kahve sohbetlerinde cinayet konuşuluyor, ekranlarda vahşet reyting topluyor.
Bir kadının çığlığı, arka planda yankılanan bir fon müziğine dönüştü.
Adalet, dosya numarasıyla anılan bir masal artık.
Bazıları bu satırları abartılı bulabilir.
Ama hayır…
Biz gerçekten mahşer alanında yaşıyoruz.
Gözlerimizin önünde bir ülke yavaşça çürüyor, vicdanlarımız pas tutuyor.
Adaletin olmadığı bir ülkede yaşamak, nefes almak bile direniştir.
Bu yazı bir isyan değil; bir hatırlatmadır:
Susmak, kan lekesi gibidir çıksa da izi kalır.
Bir ülkenin adaleti kanla yazılıyorsa, sessizlik artık suç ortaklığıdır.