Laiklik… Yıllardır hem en çok savunulan, hem de en fazla çarpıtılan ilkelerden biri. Bugün geldiğimiz noktada laiklik artık bir özgürlük zemini değil; bir etiket savaşı, bir kutuplaşma aracı, hatta zaman zaman bir sansür mekanizması hâline getiriliyor. Ve ne yazık ki bu da en çok kadın bedeni üzerinden yapılıyor.

Oysa laiklik; ne sadece başörtüsüdür, ne de yalnızca bir yaşam biçimidir, ne de içki sofralarına sıkışmış bir tercihtir.

Laiklik, devletin dinler karşısında tarafsız kalması ve bireyin inanç ya da inançsızlık tercihinin dokunulmaz olmasıdır.

Ne bir başı örtmeye zorlamak, ne de açmaya mecbur bırakmak laikliğin konusu olabilir.

Bugün bir başörtüsü, hâlâ siyasi bir simge gibi yaftalanıyor.

Bu tercihi yapan kadınlar ise çağdışı, geri kalmış ya da potansiyel tehdit olarak gösterilebiliyor.

Bu, laiklik değildir.

Bu, önyargıdır.

Bu, ayrımcılıktır.

Bir diğer uçta ise, Atatürk’ü yalnızca rakı kadehiyle hatırlayanlar var.

Onu sofralarına dekor yapanlar, laikliği sadece kendi yaşam tarzlarına özgü sayanlar…

Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası, bir içki bardağında değil;

milletin ortak vicdanında,

halkın iradesinde,

bilimin ve hukukun temelinde saklıdır.

Atatürk’ü anlamak istiyorsak,

ne içtiğine değil,

neye karşı direndiğine,

ne inşa ettiğine bakmak gerekir.

Atatürk, ne bir semboldü, ne de bir maskottu.

O, bir fikir devrimcisiydi.

Ve sanki Nutuk’ta şöyle demiş gibi davrananlar var:

“Ey Türk genci! Birinci vazifen, başörtülü kadınlarla mücadele etmektir.”

Hayır.

Böyle bir şey yok.

Çünkü onun laiklik anlayışı;

bireyin inanç özgürlüğünü esas alır,

vicdanlara dokunmaz,

devleti ise tarafsız bir düzenin temeli olarak kurgular.

Bugün hâlâ yüksek sesle sormamız gerekiyor:

• Neden laiklik yalnızca kadın kıyafetiyle tanımlanıyor?

• Neden başörtülü bir genç, hâlâ potansiyel tehdit gibi görülüyor?

• Neden Atatürk sadece bir kesimin hayat tarzına aitmiş gibi tekelleştiriliyor?

• Ve neden bir üniversite mezuniyetinde bir ayet, görülmesin diye sansürleniyor?

İstanbul Üniversitesi Mezuniyet Töreni…

Bu yıl yaşananlar, ibretlikti.

Öğrencilerin pankartında yer alan bir ayet, adeta kriz sebebi olmuş gibi gizlenmeye çalışıldı.

Sahneye branda çekilerek, o cümle gözlerden kaçırılmak istendi.

Oysa o ayet, bu topraklarda milyonların kalbinde yer etmişti:

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”

(En’âm Suresi, 162)

Bir mezuniyet töreninde, bir üniversitenin çatısı altında;

“Rabbim içindir” diyen bir gence sansür uygulanıyorsa,

oradaki sorun gençte değil, sistemdedir.

Çünkü inanç, bir afiş değil; bir kimliktir.

Laiklik ise bu kimliğin baskı görmeden var olabilmesini sağlayan teminattır.

Bir ayetin üzerini örtmeye çalıştığınızda;

Aslında bir üniversitenin özgürlük ilkesini,

bir anayasanın eşitlik ruhunu,

bir toplumun vicdanını zedelersiniz.

Ve biz buradayız.

Gizlemeye çalıştığınız o ayeti hep birlikte haykırıyoruz:

“Hayatımız da, ölümümüz de Allah içindir.”

Bu inanç, hiçbir laiklik anlayışının tehdidi değildir.

Aksine, gerçek laiklik, tam da bu cümlenin özgürce yazılabildiği bir düzendir.

Çünkü…

Bu topraklar, yüzyıllardır farklı inançlara ev sahipliği yaptı.

Ne üç beş kişiyle bölünür, ne de dar kalıplara sığdırılır.

Bu ülke hem ezan sesine hem piyano tınısına yer verir.

Hem oruç tutanına, hem içki içenine yer vardır burada.

Bu topraklarda ayetler gölgede kalmaz; göğe yazılır.

Ve laiklik, hiçbir genç kızın inancını saklamak zorunda kalmadığı bir geleceğin adıdır.

Frauadymn