Ne kadar da inanarak boş konuşuyor insanlar…

Toplumumuzda artık “çok çalışan” değil, “çok konuşan” kazanıyor algısı hâkim.

Ya da daha doğru bir ifadeyle: dünya düzeni, boş şovlarla dolu bir sahneye dönüştü. Herkes bir şey üretmek yerine konuşarak, göstererek, parlayarak yaşamayı seçiyor.

Birilerinin sizi fark etmesini istiyorsanız, hem çok çalışmak hem de çok konuşmak zorundasınız.

Ne acı değil mi?

Bir konuda bilgi sahibi olduğunuz bir ortamda, çok konuşan biri varsa, dikkat hep ona kayıyor. Hatta o konunun uzmanı bile, o kişiyi kendinden daha bilgili zannedebiliyor.

Bu, insana dair en büyük yanılsamalardan biri.

İş hayatında da sıkça görürsünüz: boş konuşanların yükselmesi gibi.

Yan yana koyun; biri çok çalışır, diğeri çok konuşur.

Kazanan genelde ikinci olur.

Gerçek budur.

Oysa bize küçükken hep “sivrilme, çok konuşma” dendi.

Bu öğüt, farkında olmadan içimizdeki sesi susturdu.

Oysa artık bilmesen bile konuşman gereken bir çağdayız. Çünkü konuşmayan, yok sayılıyor.

Cahil cesareti tam da burada devreye giriyor.

Ve bilginin laneti de…

Bir düşünün: biri “merhaba arkadaşlar” deyip kamerasını açıyor,

on saniye sonra “kişisel gelişim uzmanı” oluyor.

Siz yıllarca okuyup çalışmışsınız ama susuyorsunuz.

Biri üç cümleyle dünyayı kurtarıyor,

diğeri yıllarını harcıyor ama sesi duyulmuyor.

Çünkü o kadar boş konuşuyor ki, dolu sözleriniz yankı bulmuyor.

Artık fikir değil, özgüven pazarlanıyor.

Ve o an, bilmeyen yine kazanıyor.

Belki de bu çağın mottosu şu:

“Bilen susar, bilmeyen konuşur. Ama konuşan görünür.”