Bu gün sizlerle eski günleri yad etmek ve birazda neşelenmek için şöyle yirmi beş yıl geriye giderek anılarımdan söz etmek istedim.
Hepimiz belli bir yaşa geldiğimizde, arkadaşlar arasında ki her sohbette mutlaka yaşadığımız geçmiş yıllardan söz ederken: “Hey gidi o günler hey!” deriz. Zaman öylesine acımasızca akıp gidiyor ki, tutabilene aşkolsun. Sevdiğin arkadaşlar teker, teker bu âlemden göçüp giderken içinizi buruk bir duygu kaplıyor. O insanlarla geçirdiğiniz günler ve unutulmaz anılarınız aklınıza geliyor ve içinizi çekmeden yapamıyorsunuz. Acı tatlı anılarla dolu bu mesleğe başladığım 1974 yılından bu güne kadar neler gördüm neler yaşadım anlatmayla bitiremeyeceğim bir roman gibi hayatım. Kimileri, askerlik anılarını ballandıra, ballandıra anlatır. Kimileri ise okul yıllarına takılı kalmıştır. Benim öylemi? Bırakın askerlik anılarını ve okul yıllarını. Her gününü ayrı bir anı ile yaşamış bir kardeşinizim. Mesleki hayatım boyunca ne olaylar gördüm, neler yaşadım bilemezsiniz.
Geçenlerde fotoğraf albümümü karıştırıp, eskiden çektirdiğimiz resimlere bakıyordum. Beraber fotoğraf çektirdiğimiz kişilerin birçoğu bu gün hayatta değiller.
Mesela: Rahmetle andığım, Bursa Büyük Şehir eski Belediye Başkanımız Hikmet Şahin, İnegöl Eski Kaymakamlarından İsmail Aka, Anavatan Partisi İnegöl eski İlçe başkanlarından Sadri Demirtaş ve yine eski ANAP İlçe Başkanı Münir Gültekin. Yıllarca beraber haberlere koşuşturduğumuz, 2000 yılında “Kaybolan Sanatlar” adlı projeyi beraber hazırladığımız, emekli Zabıta komiseri Ziya Algurdağ ağabeyimiz, bir dönem İnegöl Gazeteciler Derneği Yönetim Kurulunda beraber görev yaptığımız Yahya Balakuş gibi nice değerli kişileri ebediyete yolcu ettik! Hani bir değim vardır hep söylediğimiz:
“Kimler geldi, kimler geçti bu dünyadan” diye işte öyle bir şey!
7 - 24 Haber peşinde koşuşturup durduğumuz o güzel günleri yâd edip duygulanmamak elde mi? Bazen kavga eder, bazen şakalaşır, acı tatlı günlerimizde hep beraber olur, birbirimize destek olarak az günler geçirmediydik. Şimdilerde elde kalan, hani bir şarkı vardır ya: “Eski dostlar” diye işte öyle bir şey!..
O günlerden kalan bir anıyı anlatmadan geçemeyeceğim. Şimdiki Belediye ek hizmet binasının yerinde sebze ve meyve hali vardı. Hemen köşesinde Doğanspor lokali, altında da bizim Gazeteciler Derneği yer alıyordu. Dernek yönetiminde bulunan arkadaşlardan bazıları sabaha kadar dernekte adeta nöbet tutup, haberlere giderlerdi. Hacı Yahya ile Cemil Zeybek ise hemen her gece derneğin nöbetçisi gibiydiler.
Hacı Yahya’nın elinde bir telsizi vardı. Sürekli polis telsizini dinler bir olay oldu mu hemen orada biterdi. Bazen hacı olayın tamamını öğrenmeden haberi çalıştığı Bursa Hakimiyet Gazetesine geçer, ertesi gün Remzi Başkomiser ile tartışırlardı. Remzi Başkomiser Hacı Yahya’ya:
”Ey Hacı sen bir gün elime düşersin” demişti. Biz Remzi Başkomiser Hacının nasıl bir açığını yakalayıp hesap soracak diye merakla beklerken, Remzi Başkomiserin nöbetçi olduğu bir gün aklına bir hinlik geliyor, o gece iki karakolda ki bütün arkadaşlarına da söyleyerek bir plan hazırlıyor.
Aylardan Ekim ayı dışarıda sicim gibi yağmur yağıyor soğukta cabası. Her neyse, Remzi Başkomiser telsizden bir anons geçiyor:
“Bütün ekiplerin dikkatine! Boşta olan ekip otosu varsa hemen İsaören yolu mevkiine hareket etsin! Yol kenarında kimliği belirsiz bir ceset olduğu ihbarı alındı.” Bu anonsu telsizde duyan Hacı ve Cemil çantalarını kaptıkları gibi dışarı fırlıyorlar. O saatte tek bir araç yok. Zaten o yıllarda İnegöl’ün nüfusu taş çatlasa 50 bin civarında ve öyle herkeste araba yoktu. Bu iki kafadar Cemil'in eski bir bisikleti ile İsaören yoluna doğru pedal çeviriyorlar ve telsizde belirtilen yere geliyorlar. Ama burada ne polis aracı var nede ceset? Bu arada Remzi Başkomiser tekrar telsizden bir anons geçiyor:
“Az önce belirtilen mevki değil arkadaşlar. Düzeltiyorum. Malum olay Deydinler yolu üzerindeymiş. ekibin o yere sevk edilmesini istiyorum” deyince bizimkiler oradan ters kepçe Deydinler yoluna pedal çeviriyorlar. Ancak oraya geldiklerinde de herhangi bir olayın olmadığını görünce, süklüm püklüm derneğe geri geliyorlar.
Ancak yoğun yağan yağmurda öylesine ıslanmışlardır ki iliklerine kadar sırılsıklam olmuş ve tir tir, titremektedirler. Bu arada derneğin telefonu çalıyor ve telefonun ucunda Remzi Başkomiser vardır. Hacı Yahya’ya ”Hacı cesedi buldunuz mu?” der.
Biz de günlerce bu olayı onların bulunduğu ortamda dile getirerek: “Cesedi buldunuz mu?” diye dalga geçerdik.
Bileniz vardır Rahmetli Hacı Yahya’nın şeftaliye karşı bir alerjisi olduğunu. Yine bir Ramazan iftar yemeğindeyiz. Yemek Kuğulu Parkın içinde yer alan ve şu an orada Sağlık merkezi olarak hizmet veren yerde Park Restoran vardı. İftar yemeği de o gece orada veriliyordu. Biz oturup ezanın okunmasını beklerken garsonlarda masayı donatıyorlardı. Hacı Yahya’nın bir yanında Bursa Hakimiyet Gazetesinin bir bayan muhabiri yer almıştı. O güne kadar ben Hacının şeftaliye karşı alerjisi olduğunu bilmiyordum. Bende hemen Hacı’nın yanında oturmuştum. Garson iftarlık yiyeceklerini ve içecekleri koymaya başlamıştı. İçeceklerin tümü Aroma şeftali meyve suyu idi. Hacı’nın da önüne bir kutu meyve suyu konuldu. Hacı elinin tersi ile kutuyu benim önüme doğru ittirdi. Ben meyve suyunun bardağa boşaltmam için önüme ittirdiğini sanarak kutuyu alıp bir bardağa boşalttım ve Hacıya uzatarak: “Buyur Hacı şeftali suyunuzu” dedim. Aman demez olsaydım. Hacı yine elinin tersi ile bardağa bir vurdu, bardak yere düşerken yanında ki misafir kızın üzerine bir bardak meyve suyu döküldü. Bu arada Hacı da küfrü basmıştı. Ben ve zavallı kız neye uğradığımızı şaşırmış Hacı’ya bakmaktaydık. Karşımızda oturan Cemil Zeybek ise kahkahalar atarak bizim halimize gülüyordu. Sonradan öğrendik ki Hacının şeftaliye karşı alerjisi varmış.
Evet, Allah nasip ederse, anlatmakla bitiremeyeceğim böyle tatlı ve maceralı günleri sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Şimdilik hoşça kalın...