PANDOMİM SANATI NASIL YORUMLANIR?

 

TRAJİ KOMİK HİKÂYELER

Yıl 1973 Biz Alpaslan Lisesinin en haşarı sınıfları olan 4 /J bizim sınıf. 4/G, 4/B, 4/E ve 4/D sınıflarını alıp, Cumhuriyetin 50. Yılı anısına yeni kurulan Cumhuriyet lisesinin temelini oluşturdular. İlk olarak okulumuz kayabaşı diye adlandırılan mevkii de ve Kars Vali konağının yan tarafında ki eski bir ilkokulun yerinde eğitime ikinci dönem burada başladık.

Okul Müdürümüz Alparslan lisesinde tarih hocamız Turan Kılıç’tı. İlk dönem Alparslan Lisesindeyken çeşitli etkinliklere katılmıştım. Bunlardan biri, Kafkas folklor’u diğeri de sessiz sanat pandomim idi. Biz ikinci dönemde yeni okulumuz Cumhuriyet Lisesinde üç ay sonra eski okulumuzda ki etkinliklerimize burada devam ettirdik. Bizim arkadaşlardan şöyle kapsamlı bir pandomim gösterisi hazırlayalım. Fikrini ortaya attı. Bizlerde neden olmasın diye ona destek verdik.

Çalışmalara büyük bir heyecan ve hızla başlamıştık. Etkinliklerimize destek olan edebiyat hocamız da bize yardımcı oluyor, boş geçen derslerimizde bile çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Ben bu çalışmalar da yer almamıştım. Hem Kafkas dansları, hem de akordeon çalmayı geliştirmek amacı ile bir folklorcu arkadaştan ders alıyordum. Aynı zamanda Kars Ekinci gazetesinin foto muhabirliği ile TRT’nin paket yayın yaptığı dönemde yerel haberlerin dia çekimi yapıyordum. Bu yüzden pandomim gösterisi için çalışmalara katılmamıştım. Üstelik hocamız bana bu gösteride fotoğraf çekimi görevini vermişti.

Öte yandan, bizimkiler, ise pandomim gösterisi için bütün hazırlıkları tamamlamış, sıra iş sunuma gelmişti. Bizim okulun öyle ahım şahım bir gösteri salonu yoktu. Edebiyat hocamız Cengiz Bey bu işe de bir çözüm bulmuştu. (Eski emek sinema salonu Milli Eğitim Müdürlüğüne devredilmiş, Milli Eğitim Müdürlüğü ise bu salonun bitişiğinde ki Kız İlk Öğretmen Okulu’na bırakmıştı.) hocamız bizim arkadaşların hazırladığı gösteriyi burada yapacaklardı.

Bu etkinlik için hocamız okul sekreterliğinde ki daktiloda davetiyeyi hazırlayıp teksir makinesinde çoğaltıp, öğrenci velilerine verilmek üzere bizlere dağıttı.

Nihayet bir hafta sonu bütün öğrenciler velileri ile birlikte salonu doldurmuş, herkes büyük bir heyecanla arkadaşların sırayla pandomim gösterisini bekliyordu. Sonunda sahne perdesi yukarıya doğru kalktı ve ilk pandomim gösterisi için arkadaşlardan biri sahneye geldi. Özel kıyafeti ile oyununu tamamlayıp yerini bir başka arkadaşın farklı bir olayı canlandırmak üzere sahneyi aldı. Bu arkadaşta gösterisini bitirip sahneyi terk etti. Bir diğer arkadaş yine kendi gösterisine başlarken orta sıralarda yaklaşık 40-45 yaşlarında bir adam sesli, sesli ağlamaya başladı. Hemen salonda ki herkes dönüp adama bakıyor, neden ağladığını anlamıyorlardı.

Durumu fark eden hocamız, adamın yanına gidip, adamı salonun dışına çıkardı. Bir zaman sonra hocamız salona yalnız girince ben merakla hocamızın yanına gelip:

“Hocam adamın ne derdi varmış? Neden öyle ağlıyordu?” diye sorunca Cengiz Hoca biraz tebessüm ederek:

“Sorma oğlum, sorma!” dedi. Ben yine ısrarla sordum:

“Hocam biliyorsun biz gazeteciler çok meraklıyız. Sorma desende biz yine sorarız. Ne olur anlatın! Neymiş bu adamın derdi?” Sonunda Cengiz hoca kolumdan tutup:

“Gel, salonun dışına çıkıp öyle anlatayım madem.” Dedi ve beraberce salonu terk edip dışarı çıktık. Cengiz hoca dışarı çıkar çıkmaz bir gülme krizine girdi. Benim şaşkınlığım ve merakım kat ve kat arttı. Hocaya engelde olamıyorum. Bu gülüşe de bir anlam veremiyordum. Neden sonra Cengiz hoca kendine gelip ne olduğunu anlatmaya başladı:

“Bak şimdi anlatayım da dinle!” dedi ve yine bir gülme sendromuna yakalandı. Ben ise bu işin içinde çok önemli bir işin olduğunu ve Cengiz hocayı bu kadar etkilediğine göre, mutlaka komik bir olay olacağını tahmin etmiştim. Cengiz hoca nihayet bu gülme krizlerinden kurtulup:

“Yahu, adam sahneye ilk çıkan arkadaşının dilsiz olduğunu ve daha sonra çıkanlarında dilsiz olduğunu sanıp, hüzünlenmiş. Dışarıda da bana: “Vah, vah hocam bu zavallı dilsiz çocuklar nasılda hüzünlü, hüzünlü dertlerini el kol işaretleri ile anlatmaya çalışıyorlar? Bende kendimi tutamadım öyle ağladım!” demez mi? Ben adamın yanından ayrılıp, tuvalete girdim. Gülmekten karnıma ağrılar girdi. Dışarı çıktığımda adam bana: “hocam sizde etkilendiniz galiba içerde sizin de ağladığınızı duydum da.” Demez mi? Ben zar zor bunun bir gösteri sanatı olduğunu, o çocukların dilsiz olmadığını anlattım. Adam yüzüme bakıp: “Hocam dilsiz taklidi yapmanın sanatı olurmu hiç? Sanki dilsizlerle alay eder gibi sanat mı olurmuş?” diyip çekip gitti. Şimdi anladın mı benim neden bu kadar güldüğümü?”  Tabi hocanın anlattığına ben de kendimi tutamayıp güldüm. Cengiz hocaya:

“Hocam, şimdi okumanın ve sanatın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum.” Diyince Cengiz hoca:

“Bak oğlum aslında biz bu adamın haline gülmekle çok ayıp ediyoruz. Eğer biz eğitim ve öğretimde yaşlı kesime destek olmuş olsaydık, böyle acı tabloları yaşamazdık! Oysa biz ağlanacak halimize gülüyoruz!” dedi.

Aradan geçen onlarca yıl sonra başlatılan okuma-yazma seferberliğinde Cengiz hocanın hayal ettiği geç kalmış okuma yazma seferberliği beni umutlandırsa da birçok konuda cehaletliklerimiz hala devam ediyor.

Okumanın önemini yitirmiş, kendimizi ekrana kilitlemiş, etrafımızda olup bitenleri göremez hale gelmişiz. Gazete haber ve makale yazılarını bile internetten okuyan, o da cep telefonlarında ki WhatsApp, Facebook sörflerinden, YouTube Fenomenlerinin Tikok zırvalarından fırsat bulursalar tabi!

Teknolojiyi ya bizler farklı algılıyoruz veya bizler yediden yetmişe böyle şeyleri abartıyoruz! İşte bunu bir türlü çözemedim doğrusu. İlk teknoloji çağına adım attığımızda cep telefonları yokken ateri salonlarını dolduran gençler ve çocukların yanı sıra yaşlı, yaşlı adamlarında ilgi duyduğu dönemden, bugünkü döneme nasıl gelindiğini kafanızda şöyle bir canlandırın! Sanırım bana çok hak vereceksiniz

Allah’ın emri olan IGRA! “OKU!” ile yazıma noktayı koymak istiyorum! Sevgiyle kalın!..