Bir zamanlar zenginliği çantalar gösterirdi, şimdi ise smoothieler… Tükettiğimiz değil, story’de sergilediğimiz tabaklar kimliğimizi şekillendiriyor. Yemek artık sadece karın doyurmuyor; ayrıcalık gösteriyor.

Modern Dünyanın Sofralarında Bir Asalet Yarışı

Bugün lüks; yeni sezon bir Miu Miu ceketle , bir çantayla değil, story’de gösterilen bir içecekle ölçülüyor…

Hailey Bieber’ın özel tarifli Erewhon içeceğini yudumlarken ve Joe & The Juice sandviçleri yerken verdiğiniz poza gelen beğeni sayısıyla ölçülüyor.

Yemek, artık bir ihtiyaç değil; sergilenen bir estetik nesne, dijital çağın vitrini.

Bir dönem sadece soyluların masasında yer bulan egzotik tabaklar, bugün influencer’ların story’lerinde dönüyor. Ve garip olan şu: biz hâlâ o sofraların çevresindeyiz.

Tek farkla; tabak değişti, izleyici değişti, platform Instagram oldu.

Küresel Enflasyon ve Lüksleşen Fast Food

Ekonomik uçurum derinleşirken, gıdaya erişim bile ayrıcalığa dönüştü.

Amerikalıların %78’i artık yemeği yeni bir “lüks” olarak tanımlıyor.

Ve ironik bir şekilde, fast food bile bazıları için ulaşılması güç bir deneyime dönüştü.

Yumurta Ambalajında Marka Stratejisi

Ekonomik kriz derinleştikçe, güzellik ve moda endüstrisi bile bu trendi fırsata çevirdi.

Örneğin, The Ordinary markası ABD’deki “yumurta krizi” sırasında, ürün ambalajlarında gerçek yumurtalar satarak büyük ses getirdi.

İlk bakışta komik görünen bu pazarlama hamlesi, aslında çok katmanlı bir mesaj içeriyordu:

Yumurta bile artık bir marka değeri taşıyordu.

Bir dermatoloğun yorumu çarpıcıydı:

“Bu yumurtalar ihtiyacı olanlara mı ulaşıyor, yoksa sadece influencer mutfaklarında estetik obje mi oluyor?”

İşte tam da burada, ayrıcalığın sınırları çiziliyor.

Ambalaj değil, yumurtanın kendisi bile artık bir sosyal gösterge haline geldi.

Tarihi Tekrarlıyoruz: Zenginliğin Lezzeti

Zenginlik, güç ve ayrıcalık, yüzyıllardır yemek üzerinden gösterildi. Orta Çağ Avrupa'sında şatafatlı ziyafetler, nadir malzemelerle donatılmış sofralar...

Yemek, her zaman sosyal statümüzü ve arzularımızı yansıtmanın bir aracıydı.

Günümüzde ünlüler ve markalar, yemeği tıpkı Viktorya dönemi dük ve düşesleri gibi kullanıyor: Gösterişli sofralar, egzotik tabaklar ve kusursuz sunumlarla zenginlik ve ayrıcalık sergiliyorlar.

Geçmişte Avrupa saraylarında düzenlenen şatafatlı ziyafetler;

bugün bir brunch masasında, porselen tabakta servis edilen avokadolu tostla yeniden hayat buluyor.

Gösterişli sofralar yerini Instagram karelerine bıraktı.

Ancak mesaj aynı:

“Ben buradayım. Ve senin erişemediğin bir şeye sahibim.”

Amaç aynı: ayrıcalık sergilemek.

Görsel Tüketim Çağında Tokluktan Çok Gösteri Arıyoruz

Belki hepimiz, bir noktada o yumurtanın içinden çıkmaya çalışıyoruz.

Yemekle kurduğumuz bağ artık beslenmekle değil, beğenilmekle ilgili.

Yemek artık karın doyurmuyor, beğeni topluyor.

Paylaşıyoruz, süslüyoruz, poz veriyoruz.

Ve asıl mesele şu:

Gıda krizi, yalnızca market raflarında değil duygusal dünyamızda da yaşanıyor.

İlişkilerimiz gibi sofralarımız da gösterişli ama boş.

İçerik değil, içtenlik lazım bize.

Gerçek Açlık Neyin Peşinde?

Daha fazla story, daha fazla kurgu değil.

Gerçekten ihtiyacımız olan şey; samimi sofralar, gerçek bağlar, içi dolu sohbetler…

Çünkü sonunda bizi doyuran tabak değil, yanımızdaki insan olacak.

Ve gösterişin geçici ışığı değil; samimiyetin sıcaklığı ayakta tutacak.

Yemeğin değişen anlamı, toplumun aynasıdır.

FrauAdymn ile kültür, tüketim ve modern yaşamın kodları…