Kadınlarımız ölüyor. Fiziksel olarak da… Ruhsal olarak da…

Ve biz, bu ölümlere alışıyoruz.

Her gün bir kadın daha kayboluyor… Ya bir mezara, ya da hayatta kaldığı hâlde görünmezliğe gömülüyor.

Kadınları yaşatmak yerine öldürmeyi seçen bir toplumda, kadın olmak, nefes almak bile başlı başına bir mücadeleye dönüşüyor.

Her cinayet, “bir ilk” değil artık.

Rutinleşti. Kanıksandı.

Bir kadın canice katlediliyor, ardından sosyal medyada birkaç gün yankılanıyor, sonra… Sessizlik.

Çocuklar geliyor, anneler ağlıyor, dostlar lanet okuyor ama sonra herkes yine suskunluğa teslim oluyor.

Hatırlıyor musunuz Özgecan Aslan’ı?

Onun ardından “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” denmişti.

Ama her şey eskisinden daha kötü oldu.

Kadın cinayetleri arttı.

İyi hâl indirimleriyle katiller ödüllendirildi.

Kadın derneklerine baskılar yoğunlaştı.

Caydırıcı tek bir yasa adımı bile atılmadı.

Katil serbest, kadınlar tedirgin kaldı.

Velhasıl…

Hiçbir şey değişmedi.

Ve biz, kim vurduya giden kadınları seyretmeye devam ettik.

Bu sessizlik artık bizim olmamalı.

Her bir kadın için; adaletin sesi, yaşamın savunucusu olmalıyız.

Çünkü biz sustukça, onlar ölüyor.

Ve biz… her gün bir kadın daha toprağa verilirken, onun yerine sesimizi gömmeyi seçiyoruz.

Artık sesimizi değil, cinayetleri susturalım.