Bir insanı tanımak, zamanla değil; birlikte ne yaşandığıyla ilgilidir. Maalesef Türk toplumundaki birçok evlilik, yaşandığını sanarak yalnızca zaman geçirmeye dönüşmüş durumda. Kutsal ilan edilen yıldönümleri, parıltılı hediyeler, mecburiyetle sürdürülen birliktelikler…

Bunlar, gerçek bağın yerini alan süsler.

Kadınlar görünmez yüklerin altında ezilirken, erkekler “aile” dediğinde kendi çekirdek ailesini değil, anne-babasını, kardeşlerini, akrabalarını kasteder.

Kadınıyla değil, ailesinin konforuyla ilgilenir.

Kadına bir “misafir” gibi davranır; evde, sohbette, hatta hayallerde bile…

Bu; kadını sarsar.

Bu; bir evliliği temelden çürütür.

Ve en acısı, bu durumun normalleşmiş olmasıdır.

Geleneksel normlar bu çarpıklığı anlamaz.

Çünkü onlar, bu çarpıklığın içinde doğmuştur.

Kadını sorgulayan, onu “uyumsuz” diye etiketleyen sistem, erkeği yüceltmeye devam eder.

Simone de Beauvoir, yıllar önce şu cümleyi yazdı ve hâlâ birçok kadının aynasında yankılanıyor:

“Kadın doğulmaz, kadın olunur.”

Ne yazık ki birçok erkek, o ‘oluş’a hiç alan tanımıyor…

Kadını susturur, biçimlendirir, eve koyar, sonra da aynaya bakmasını bile suç sayar.

Sanki görünmek, suç; gülmek, ayıp; aynaya bakmak, kibirli sayılır

Ama gerçek şudur:

Aile olmak, kadına has bir duygudur.

Çünkü kadın aidiyet kurar, derinleşir, bağlanır…

Erkek ise çoğu zaman, aile olmak yerine kendi cumhuriyetini ilan ettirmeye çalışır.

Bu anlayış, erkeği merkeze alan bir ezberin tekrarıdır. Çünkü Onlar için kadın, yalnızca rollerle tanımlanacak bir gölgedir ve maalesef ki onların dünyasında kadın, adının önüne getirilen unvanlarla tanımlanır.

“Birinin bir şeyi” olmadan eksik sayılır.

Kendi olmak ise ayıplanır.

Ama kadınlık yitirilmez.

Kadınlık bastırılır, şekilsizleştirilir, sessizleştirilir…

Ama bir yerlerde hep canlı kalır.

Ve bir gün, o kadın aynaya tekrar bakar.

Kendi bakışına yeniden rastladığında,

“Ben buradayım” der.

O gün, başkalarının görmek istemediği o kadın, kendine geri döner.

Kadın olmak, görünmek ister.

Kadın olmak, varlığını hissettirmek ister.

Ve kadın olmak, hiçbir etiketin seni eksiltmesine izin vermemektir.

Kadın bir yuvanın kalbidir.

Ama o kalp sürekli görmezden gelinirse,

Aynaya baktığında kendisini bile göremez hâle gelir.

Ve işte bu mektup,

O aynaya bakan, ama kendini kaybetmiş tüm kadınlar için…

Kadınlığını yitirmedin.

Sadece, seni görmek istemeyenlerin dünyasında gözden kayboldun.

Ama hâlâ varsın.

Ve bir gün yeniden aynada “Ben buradayım” diyeceksin.

Bu mektup; aynada kendini arayan, bulduğunda sevmeye yeniden başlayacak olan tüm kadınlara…

“Erkek aile der, kadın yuvadır. Ama bu topraklarda, çoğu erkek yuvaya değil, kendi tahtına bağlıdır.”

FrauAdymn