Doktor Mustafa hem arkadaşım hem de aile hekimim. Devamlı kullandığım mide koruyucu hapım var, onu yazdırırım, biraz da sohbet ederiz diye telefon açtım.
“Alo Musti, nasılsın be ya?” dedim. “İyiyim sen nasılsın be ya?” diye cevap verdi.”neçan aradın” “Aramayayım mı?” dedim, sustu. “Çarşıya ineceğim, sağlık ocağındaysan uğrayayım. Hem ilaç yazdırırım hem de seni görürüm.” dedim. “Buradayım, buradayım” dedi. “Bizim Rus arkadaşı dinliyorum”. Youtube’da ülke ve dünya gündemi hakkında yayın yapan yorumcular gibi, Rusya hakkında biraz da muhalif bir gazeteciyi son zamanlarda dinliyor.” “Şiriye söyledim, Ruslarda para var. Ambargo ile Rusyayı dize getiremezsin. Amerika ve Avrupa Ukrayna’ya yardım ediyor gibi gözüküyor, aslında savaşın bitmesini onlar da istemiyor. Uzun yıllar bu savaş devam eder.” Tanklara, uçaklara ve SİHA’lara girecekti. “Tamam tamam, gelince görüşürüz” dedim.
Sağlık ocağının kapısında Zeki karşıladı. Zeki, sağlık ocağının her şeyi. Temizliğinden, güvenliğine, çayına, kahvesine. Gelen hastaların hangi doktorla ne zaman görüşeceğine. hatta doktor olmayınca doktorları arayıp hastaya ilaçlarını bile yazar. Mustafa’nın da kırk yıllık dostu, onun gibi Macır. Dostlukları Kırcaali’ye dayanır. Selamlaştık. “Ağa yerinde” dedi. “Telefonda konuştum.” “Hastası var mı?” diye sordum. “Yok, sabahtan bitirdi. Döner sandalyesine gömülmüş, ayaklar masanın üstünde, sağ elindeki sesi açık telefonu kulağına götürmüş, Rusça birini dinliyordur.” dedi. “Sen telefon et, Bursa’dan müfettişler geldi. seni soruyorlar. şikâyet mi neymiş bir şeyler söylediler. Senin yanına geliyorlar de.” Zeki telefon açtı, sesini kısarak “Hocam, müfettişler geldi galiba yine şikâyet varmış, senin yanına çıkıyorlar.” dedi ve telefonu kapattı.
Muayenesi ikinci katta, biraz bekledik. Ben önde, Zeki arkamda merdivenlerden ikinci kata çıktık. Kapıyı tıklattım, içeriden oldukça nazik bir ses “Buyurun efendim” dedi. İçeri girdim, Musti önlüğünü giymiş, boynunda stetoskopla kapıda karşıladı. Beni beklemiyordu. Şaşkın bir yüz ifadesiyle bana hiçbir şey demeden açık kapıdan dışarıya oradan da merdivenlere baktı. Zeki de sanki yanındaki hemşire odasından yeni çıkıyormuş gibi yanımıza geldi.zekiye döndü.sessizce “nerde müfettiş-ler”zeki bastı kahkahayı’işte beya beyenmedinmi’diye beni gösterdi Musti bozulmuştu ama belli etmedi. “Şaka yaptık şaka, kimse yok” Zeki’ye döndü. Bulgarca okkalı bir küfür savurdu. “Bize iki kahve yap, bana da biraz sitemkâr, ya sende ne uyuyorsun bu deliye?” hâlbuki ben Zeki’ye söylemiştim. “Bir ay ya oldu ya da olmadı. Biraz geç gelmiştim, hastanın biriyle tartıştık, niye yarım saat beklemiş, şikâyet edeceğini söylemişti.
Bekliyordum herhalde onun şikâyetidir.” dedim. “Kıyak yapmayacaksın, kıyakçılığın sonu ayakçılık. Fakir diye anasına danasına ilaç yazıyor, söylemesi ayıptır, yardım da ediyordum” bana döndü. “Hangi ilaçları yazacağız?” dedi. İlaçları söyledim. Reçeteyi bilgisayardan çıkardı. Zeki kahveleri getirdi. “Ee, ne olacak bu memleketin hali, Eurobontlar ne âlemde” kahvesinden bir yudum aldı. Tam başlayacaktı. Çat kapı içeriye orta yaşlı bir teyze girdi. “Mustafa oğlum, şu ilaçlarımı yazıver” elindeki kâğıdı Musti’ye uzattı. Bana döndü. “Benim tatlı belam, devamlı müşterim, Binnaz teyzem. Teyze Musti’nin kırk yıllık dostu gibi. Mahallenin bakkal dükkânına gelmiş. Alışveriş yapıyor, o kadar rahat, bakkala veresiye defterini uzatmış, aldıklarını bakkala yazdırıyor. Musti gözlüklerini burnunun ucuna indirip Binnaz teyzenin verdiği kâğıda baktı. “Ooo Binnaz teyze, bu ne ya? Eczane mi açacaksın, ne yapacaksın bu kadar ilacı?” Sonra oflayarak “Altı kutu Sandoz yazmışsın, her gelişinde zaten bir iki yazıyoruz.” Binnaz teyze bana baktı. Özel bir şey söyleyecekmiş gibi sesini incelterek, “Bu kim” “Mustafa Bey, “yabancı değil arkadaşım.” dedi. Bana döndü. “Kimlerdensin, İnegöl’lü müsün” Ben de anlattım, yaş itibarıyla tanıyabileceği ninemi, annemi, oturdukları mahalleyi söyledim. “Hımm, demek Pullukçular’dansın” “Evet Halidenin oğluyum” Annemi, teyzelerimi tanıyormuş. Mustafa’ya döndü. “Yabancı değilmiş, bu yazdığım Sandoz’lar var ya, biliyorsun, ben çok seviyorum. Su bardağına atınca foşurduyor ya, ölüyorum ona. Arkadaşlarımı da alıştırdım. İki üç gün sonra günüm var. Pastanın yanında içecek olarak Sandoz ikram edeceğim.” İçimden pes dedim Allah’tan telefonum çaldı, “Beni arıyorlar.” diyerek çıktım...