Tuhaf bir şekilde… Ülke cayır cayır yanarken bir yerlerde hâlâ düğünler kuruluyor. Şampanyalar patlatılıyor, danslar ediliyor, kahkahalar yükseliyor. Beach club’lardan, gülümseyen influencer’ların storyleri düşüyor ekranlarımıza.

Sanki başka bir ülkedeyiz.

Sanki bu toprağın ağacına, havasına, canlısına ait değilmişiz gibi.

Bu yalnızca bir umursamazlık değil.

Bu; organize, kolektif bir şuursuzluk.

Tam anlamıyla sosyolojik bir felç hali.

Tıpkı Don’t Look Up filmindeki gibi…

Felaket burnumuzun ucundayken hâlâ kahkaha atabiliyoruz.

Hâlâ “boşver ya” diyebiliyoruz.

Yeter ki tatilimiz bölünmesin, yeter ki storylerimiz estetik kalsın.

Toplumsal belleğimiz öyle zayıf ki…

Geçen yıl alevlere teslim olan ormanları bile unuttuk.

Aslında unutmadık, unutmayı seçtik.

Çünkü hatırlamak; hissetmeyi, sorumluluk almayı gerektirir.

Ve biz…

Hiçbir şeyin yükünü üstlenmek istemiyoruz.

Birlik ve beraberlik masallarıyla büyütüldük.

Ama her zorlukta birbirimize nasıl sırt çevirdiğimizi defalarca gördük.

“Birlik” artık sadece sosyal medya taziye mesajlarında yaşıyor.

Gerçekteyse, ilk fırsatta kendini kurtarma telaşı var.

El birliğiyle doğayı koruması gereken halk,

üç gün sonra ormanda mangal yakıp izmarit atan kalabalığa dönüşebiliyor.

Bu yalnızca bir çürüme değil.

Bu, sergilenmekten utanılmayan bir koyvermişlik.

Bu, vicdanın tükenişi.

Bu, sosyal bir tükenmişliğin artık sıradanlaşması.

Ve belki de en korkuncu şu:

Artık hiçbir felaket bizi sarsmıyor.

Çünkü hiçbir şeyi gerçekten hissedemiyoruz.

Ekranlarımız çok parlak…

Ama ruhlarımız zifiri karanlık.

Bir ağacın yanışını değil, bir story’nin kaç izlenme aldığını önemsiyoruz.

Bir arının, bir sincabın, bir çocuğun geleceğini değil;

akşam ne yiyeceğimizi, ne giyeceğimizi konuşuyoruz.

Bir ülke yanıyor.

Ama biz hâlâ mizahın arkasına saklanıyoruz.

Çünkü toplumca şunu öğrendik:

“Yanarken bile eğlenebilmek bir meziyettir.”

Ama kimse söylemiyor:

Bu meziyet değil.

Bu, sosyal bir çürümenin ve tükenmişliğin en yalın, en utanç verici hâlidir.

FrauAdymn, toplumsal duyarlılık, bireysel dönüşüm ve görünmeyen emekler üzerine yazılar kaleme alan bir köşe yazarıdır. Yazılarında çoğu zaman sert bir dürüstlükle, toplumun “görmezden geldiği” hakikatleri görünür kılar.