Değerli okuyucularım, öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki insanın tüyleri ayaklanıyor doğrusu. Neden mi?

Toplum olarak maalesef bir çılgınlık mı dersiniz bir abartı mı bir gösteriş budalalığı mı şımarıklık mı dersiniz bir israf hezeyanı içinde korkunç bir girdaba kapılmış gidiyoruz!

Evlilikleri zora sokarak ebeveynleri neredeyse maddi oranda tüketen ve evlilikler için yapılan fuzuli harcamaların haddi hesabı yok.

Eğer erkek evladınız varsa vay geldi halinize!

Çocuğunuz sevdiği birine falanca yerde tek taş yüzük ve akla gelmedik bir ortamda evlilik teklifi ile başlayan bu maceranın söz kesiminde istenen takı ve mücevherat çılgınlığını karşısında insanın şaşmaması mümkün mü?

Daha sonra ardından abartılı nişan töreni geliyor.

Oğlan evi tam rahata kavuştuk derken geçen zamandan sonra yaklaşan düğün için yapılan hazırlıklarda ki harcama erkek evini yeniden bir kabus ortamına sokuyor. Bu defa ki harcamalar söz kesimi sonrasında ki ve nişanda ki harcamaları neredeyse ona katlamakta. Dudak uçuklatacak kadar abartılı olan bu harcamalara ne can dayanır, ne de yürek.

Maddi durumları sınırlı olan aileleri ya banka kredilerine yöneltiyor veya elde avuçta ne varsa takı altın bozduruluyor, yetmiyor borç harç düğünü de tamamlayan aileleri bu defa başka sıkıntılar bekliyor.

Ne diye sormanıza ne hacet:

Kız tarafı düğünde takılan takıların yarıdan fazlasını kendi tarafının taktığını iddia ettiği takıların bir kısmını veya birçoğunu alarak oğlan evini çölde susuz kalmış biri gibi ortada dımdızlak bırakmaları da cabası.

Ben çok merak ediyorum:

Gelecekte kıt kanaat geçinen işçi, memur ve emekli ailelerinin çocukları nasıl düğün yapıp evliliğe adım atacaklar?

Bu geçim sıkıntısı çeken ailelerin birden fazla da oğlu varsa vay geldi o ailenin ebeveynlerin haline!

Her aile çocuklarının rahat ve huzurlu bir yuva kurmasını ister. Kendilerine ait bir sıcak yuvalarının olmasını, bütün eşyalarının tam teşekküllü olmasını ister.

Ancak hani güzel bir söz vardır ya:

“Vermedi Mabut! Neylesin Mahmut!” misali.

Zamane öylesine garipliklerle dolu ki televizyon dizilerinde yaşanan şatafat hayatlara imrenen genç kızlarımız o dizilerde olup bitenlerin neredeyse hepsinin bir tekmil evlilik adayı eşine yaptırma çabası içinde. Erkek tarafı biraz ağzını açacak olursa gelin adayı kız:

“Benim hayallerim var! Bu hayallerimi gerçekleştirmeyeceksem evlenmem daha iyi! Falancaların yaptığı düğün harcamalarını görseydiniz sizin yaptıklarınız devede kulak kalırdı. Benim onların kızından neyim eksik?” şeklinde oğlan evini ne kadar çok yontarsam o kadar iyi mantığı içinde fuzuli harcamalar yaparak israfın ayyuka çıktığı bir düğün halini almaktadır.

Oysa bizler de evlendiğimizde şu takım olacak düğünümüz şurada olacak bu kadar takı takacaksınız yetmiyor kendimize ait evimiz olacak şöyle döşenecek. Şu marka takımlar, avizeler, mobilyalar olacak. Şeklinde insanları canından bezdirmenin mantığını da anlamış değilim.

Peki, gelelim düğün sonrası yaşantıya:

Dört başı mamur bir evliliğin sonrasın da yaşanan doyumsuzluğun sonun da çoğu kez hüsranla bittiğine ben şahsen şahidim.

Eşler birkaç ay veya bir yıl sonra ya yeterince lüks tatil beldelerine gidememekten şikayet edecekler veya yine doğum günü, evlilik yıl dönümü, tanışma günü şu günü bu gününü hatırlayıp kutlamadığı için eşinden boşanma noksanı geldiklerinde herkesçe malumdur.

Gençler uzun sözün kısası bırakın bulutlar üzerinde yaşamayı!

Bırakın şu ya da bunların yaptığı merasimleri örnek alıp aynını yapmayı!

Tek kelime ile bırakın hayalle yaşamayı ve hayatı kendinize ve sevdiklerinize zehir etmeyi!..

Çok güzel bir sözle sizlere veda edeceğim:

“İKİ GÖNÜL BİR OLUNCA SAMANLIK SEYRAN OLUR!”