Bugün Türkiye’deki insanlara “Neden bu kadar gergin ve mutsuzsunuz?” diye sorduğunuzda, alacağınız ilk yanıt büyük ihtimalle “ekonomi” olacaktır. Ve evet, bu yanıt doğrudur. Ama sadece kısmen.
Çünkü insanlar ekonomiyi suçlarken yalnızca bugünkü bozulmayı, hayat pahalılığını, geçim derdini işaret ederler. Oysa asıl mesele, sadece şimdinin kötülüğü değil; geçmişin iyiliğidir.
Türkiye ekonomisi 70’lerden 80’lere, 90’lardan 2000’lere kadar birçok krizle boğuştu. Hayat hep zordu. Ancak bugünkü kadar yaygın bir mutsuzluk, içten içe kaynayan bir öfke yoktu. Çünkü zor zamanların içinde bile bir umut, bir direnç vardı. Bugünse geçmişin gölgesi, bugünün ruhuna çökmüş durumda.
2003 ile 2013 arası, pek çok insan için göreli bir refah dönemiydi. Ekonomik büyüme, tüketim artışı, ulaşılabilir teknolojiler ve şehirleşmeyle birlikte toplum yepyeni bir yaşam biçimini tattı. Tatmakla kalmadı; ona alıştı.
Şimdi ise aynı insanlar, o refahın yerini alan belirsizlikle yaşıyor. Ve bu kez sadece maddi değil; psikolojik olarak da çöküyor. İşte bu yüzden mutsuzluk daha derin, öfke daha görünür ve toplum daha gergin.
Eric Hoffer, Kesin İnançlılar adlı kitabında bu durumu şöyle açıklar:
“Muhtemelen her şeyin düzelmeye başladığı an, hoşnutsuzluğun en yüksek seviyede olduğu andır. İnsanları isyana teşvik eden şey, yaşadıkları sıkıntılar değil; daha önce yaşadıkları iyi şeyleri kaybetmiş olmalarıdır.”
Bugün Türkiye’de yaşanan tam da budur. İnsanlar bir dönem eriştikleri refahı, özgürlüğü, yaşam konforunu tekrar isteyip ulaşamayınca; geçmişin özlemiyle bugünün çaresizliğini aynı anda taşıyorlar. Ve bu, onları daha sinirli, daha huzursuz, daha isyankâr kılıyor.
Çünkü mutsuzluk, sadece yoksulluğun değil; kaybedilmiş umudun da bir sonucudur.
Frauadymn