Kadına, çocuğa, hayvana… Bu topraklarda en masum olan en çok zarar görüyor. Biz nasıl bir topluma dönüştük?

Bizim ülkemizde bir şey hiç değişmiyor:

Kadına, çocuğa, hayvana yönelen öfke.

Bitmeyen bir zulüm var bu topraklarda.

Göz göre göre yaşanan şiddet, tecavüz, cinayet…

Her yeni gün, bir başka karanlık hikâyeye uyanıyoruz.

Toplumu var eden kadındır.

O, hayatı doğurandır.

Ama toplumun en çok hor gördüğü de yine kadındır.

Kadını var etmeye değil, yavaş yavaş soldurmaya çalışan bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Çocuklarımız…

Henüz oyun çağındayken karanlıkta kayboluyorlar.

Tecavüz, istismar, cinayet…

Ve bunları yapanlar çoğu zaman ya korunuyor ya da cezasız kalıyor.

Hayvanlarımız…

Bir damla su içtiği için, serinlemek için denize girdiği için,

Ya dövülüyor ya barınağa kapatılıp ölüme terk ediliyor.

Biz hangi ara bu kadar vicdansız olduk?

Şiddeti normalleştiren evler çoğaldı.

Oğlunu “erkek çocuk” diye savunan, şiddetini meşrulaştıran aileler kenetlendi.

Toplum, şiddete meyilli bireylerini değil,

onların hedefi olan kurbanları susturmayı seçti.

Ve biz hâlâ kendimize “Müslüman bir toplumuz” diyoruz.

Oysa din adalet demekti.

Merhamet, şefkat, eşitlik demekti.

Kuran’da kadına verilen hakları görmezden gelen,

dini yalnızca kadını susturmak için kullanan bu zihniyet ne zaman bitecek?

Kadına yaşam hakkı çok görülürken,

çocuğa “sahiplik” kisvesi altında her şey reva görülürken,

hayvanlar “rahatsızlık unsuru” diye ölüme terk edilirken,

biz hangi adaletten bahsedebiliriz?

Artık yeter.

Bu toplumun vicdanı tekrar canlanmalı.

Şiddetin değil, yaşamın yanında durmalıyız.

Ve unutulmamalı:

Bir ülkenin gerçek medeniyet seviyesi,

kadına, çocuğa ve hayvana gösterdiği merhametle ölçülür.