Kimse bilmez… Bir kadının anneliğe yürüyüşü, sessiz bir kahramanlık destanıdır aslında. Çığlık atmadan haykırmak, dinlenmeden koşmak, sevilmeden sevmeye devam etmektir.

Bir annenin kalbi, dünyadaki en sessiz fırtınadır.

Ne zaman  herkes uyusa o hâlâ uyanıktır.

Ne zaman herkes yorulursa, o hâlâ ayaktadır.

Bir annenin elleriyle büyür evler.

Sırtında taşır hayatı, ama kimse onun eğildiğini görmez.

Afrika’da su taşırken çocuğunun başını güneşten koruyan,

Türkiye’de, yerel pazar tezgâhında sabahın dördünde gözleri kan çanağı gibi çalışıp; akşam çocuğuna ‘Yeter ki oku’ diye masal anlatan anneler vardır

Gazze’de bir annenin cesedi enkaz altından çıkarılıyor, kucağındaki çocuk hâlâ hayatta.

Onu gövdesiyle korumuş. Ama kimse o annenin adını bilmiyor.

Çünkü bu dünya, annelerin ismini değil; işlevini hatırlar.

Bir kadının anne olması, kutsallaştırılarak ona yapılan zulmün üzeri örtülüyor bu dünyada.

Doğurduğu andan itibaren “görevli” ilan ediliyor kadın.

Yemeli, emzirmeli, susmalı.

Ağlamamalı.

Hiç ölmemeli.

Yaşamalı ama kendine değil, herkese.

Kadının adı anne oluyor; ama kendi adının gölgesinde yok oluyor.

Ve biz buna “fedakârlık” diyoruz.

Oysa bu, sistematik bir görünmezliktir.

Annelik, yalnızlıkla yapılan bir anlaşmadır.

Kadının kendi hayallerine kefen biçtiği,

bedeninin hep başkalarının ihtiyaçlarına göre yaşadığı bir roldür.

Ve çoğu zaman anneliğin ödülü, sadece “sadece anneydi” diye anılmak olur.

Siz sanıyor musunuz ki, anneler kutsanmak istiyor?

Hayır.

Duyulmak istiyorlar.

Görülmek.

Gerçekten yaşamak.

Bir sabah kahvaltısını sıcak yiyebilmek.

Bir gün canları sıkıldığında sadece “sıkıldım” diyebilmek.

Annelik sadece doğurmak değildir.

Yeri gelir abladır, teyzedir, büyükanne olur.

Yeri gelir hiç doğurmamış bir kadın, yoksul bir mahallede sokaktaki çocuğu doyururken anne olur.

Annelik, biyolojik değil; ruhsal bir varoluştur.

Annelik, her gün yeniden başlamak zorunda kalmaktır.

Hastalığını bastırmaktır.

Yalnızlığını, yutkunduğu çay bardağında eritmek,

Hayallerini erteleyip başkasının hayali olmaktır.

“Ben varım” diyemeden herkesin dayanağı olmaktır.

Ve ölümü bile düşünürken başkalarının yaşamına odaklanmaktır.

Dünyadaki bütün sistemler yıkılsa, annelerin duası ayakta kalır.

Çünkü bir annenin gözyaşı, öfke değil; şefkat taşır.

Ve bir annenin yüreği…

Coğrafya, dil, din tanımaz; sadece sevgi üretir.

Bu yazı;

Çocuğu yatağa aç girerken boğazından tek lokma geçmeyen anneye…

Şiddetin ortasında çocuğunu kalkan yapanlara…

Kendi ailesinden çıkıp kurduğu yeni hayatta da çoğu zaman değeri anlaşılmadan, fedakarlığı kanıksayarak yaşayanlara…

Kocasının, toplumun, sistemin gölgesinde kaybolsa da kendi ışığını evladına saçanlara…

Uğruna yaşadığı çocukları büyüyünce “Sadece annemdi” deyip unutanlara inat,

hiç unutulmaması gereken annelere…

Bu yazı, süslü cümlelerle değil, onların hak ettiği gerçeği söylemek için yazıldı:

Dünya annelerin omuzlarında dönüyor.

Ve ne acıdır ki, bu omuzlar çoğu zaman yalnız…

Yorgun…

Ama hâlâ taşıyor.

Bir çığlık bu.

Ve aynı anda bir fısıltı:

“İyi ki varsın anne.

Seni her gün daha çok görüyoruz.

Ve bir gün tüm dünya senin gibi kadınlara saygıyla eğilecek;

görünmeyen kahramanlara saygıyla…”

                                                                               FrauAdymn

      “Dünyanın yükünü taşıyan kadınlar için yazıyor”