“Bir insanın kalbine dokunmadan, hayatın gerçekten yaşanabileceğine inanıyor muyuz?”
Tarih boyunca iletişim araçları bu kadar yaygın değildi.
Ne telefon vardı ne sosyal medya…
Ama biz, sanki daha çok konuşur, daha çok görürdük birbirimizi.
Göz göze gelmenin, aynı sofraya oturmanın, yan yana yürüyerek konuşmanın kıymeti bambaşkaydı.
Bugünse yalnızlığı seviyoruz.
Her an herkesle iletişim kurabilecek güce sahibiz ama birbirimizle konuşmayı bıraktık.
Sessizliği sevdik, yalnızlığı sevdik.
Hatta yalnızlığın legal zeminini hazırladık kendimize.
Atalarımızın dilinde bile bu meşruiyetin izleri var:
“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz…”
“Kimseye sırrını açma, dostun dahi olsa…”
Sanki güvenmek, dost edinmek, sırrını paylaşmak bir zayıflıkmış gibi…
Ama asıl soruyu sormak lazım:
Biz mi yalnızlığı sevdik, yoksa yalnızlığı bize sevdirmek zorunda mı bıraktılar?
Peki neden?
Yalnızlığı neden bu kadar benimsedik
ya da neden bize sevdirmek zorunda kaldılar?
İnsanın hayatta kendini doğru konumlandırması önemli.
Buradaki konumlandırmaktan kastım; insanın hem kendine hem de başkalarına bakışı…
Evet, insan hata yapar.
Ama insanı hatasıyla kimliklendirmemek gerekir.
Yanlışı davranış olarak görmek başka,
onu kimlik olarak yapıştırmak bambaşka bir şeydir.
Çünkü insanı hatasıyla etiketlediğimiz anda, güven biter.
Ve güvenin olmadığı bir hayatta, kimseye yaklaşamaz, kimseyle dost olamaz hale geliriz.
Oysa yüzyıllar boyunca büyüklerimiz bunu çok basit ama derin bir şekilde ifade etmiş:
“Hatasız dost arayan, dostsuz kalır.”
İnsanın öğrenmesi gereken duruş basit:
İnsandır, hata yapar.
Affet, devam et.
Yalnızlık ancak böyle kırılır.
Affedip devam etmeyi bilenler, gerçek bağlar kurar.
Bilmeyenler ise yalnızlığı hayatının merkezine alır, sonra da o yalnızlığı “özgürlük” sanır.
Bugün ekranlarımızın ışığı gözlerimizi kamaştırırken,
ruhumuzun karanlığı aslında şunu fısıldıyor:
Affetmeden bağ kuramazsın, bağ kurmadan var olamazsın.
Belki de yalnızlığı gerçekten sevmiyoruz…
Sadece insana güvenmeyi, insana insan gibi bakmayı unuttuk.
Hatırladığımız gün, hem dostluk hem de huzur geri dönecek.
Ve belki de o gün, ekranlarımız değil, gözlerimiz birbirimizin yüzünde parlayacak.