Güzel ülkem… Her yıl aynı utancı yaşıyoruz. Yaz gelir, ormanlar yanar. O ormanlar ki sadece ağaç değildir; İçinde nefes alan binlerce can, emekle büyütülen toprak, geçmişin izi, bir halkın belleği yanar.
Ve biz, ekranlarımızın başında yine aynı cümleleri kurarız:
“Çok üzgünüz.”
“Yüreğimiz yandı.”
“Geçmiş olsun Türkiye’m.”
Ama sonra ne olur?
Aynı eller, birkaç ay sonra o küle dönmüş toprağın üstüne dikilen otelin havuz başında fotoğraf paylaşır.
Ve biz yine unuturuz.
Çünkü biz unutmayı öğrenmiş bir toplumuz.
Paylaşmayı biliriz, ama hissetmeyi değil.
Yorum yaparız, ama harekete geçmeyiz.
O ormanda yanan sadece doğa değil;
Bizim utanmamız gereken vicdanlarımızdır.
Nasıl bir çelişki bu?
Bir yandan “doğa candır” deyip, diğer yandan yanan toprağın üstüne beton döken zihniyete susmak…
Bir yandan “canlılar öldü” diye üzülüp, bir ay sonra aynı yerde tatil yapmak…
Toplum olarak bilinçsiziz.
Günü kurtaran ama geleceği yakan reflekslerle yaşıyoruz.
“Paylaşmış olmak için paylaşan”, sonra hiçbir sorumluluk almayan bir çoğunlukla çevriliyiz.
Ve evet…
Yurdumuzda gerçekleşen orman yangınlarında telef olan tüm canlıların acısını,
Yok olan köylerin,
Silinen anıların,
Yitirilen emeklerin haykırışlarını,
Can siperane çalışan kurtarma ekiplerinin ve yurttaşlarımızın direnişini
tüm kalbimle hissediyorum.
Ama sormadan edemiyorum:
Sorumlular cezalandırılacak mı?
Yoksa bu da yine cezasız kalan yangınlardan biri mi olacak?
İçimiz yana yana, sadece seyretmekle mi yetineceğiz?
Bu büyük acı aslında hepimizin.
Gerçi…
Sanki biz de acıyı bal eyledik.
Bir yudum duyarlılık gösterip, sonra her şeyi sindiren, unutan ve üstüne çay içen bir toplum hâline geldik.
Ama ben unutmuyorum.
Ve utananlardan olmaya razıyım,
Yeter ki hâlâ vicdanımızı tümüyle kaybetmiş olmayalım.
Sadece Yazmıyor, Aynı Zamanda Hatırlatıyor.
Frauadymn