“SELAM VERDİM RÜŞVET DEĞİL DEYİP ALMADILAR! (Fuzûlî)

Şehirlerin ve ilçelerin nüfusu arttıkça insanlarımız da yabancılaşmaya başladı. Ne kimse kimseye selem veriyor nede verilen selamı alıp: “Aleyküm Selam” deniliyor. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Bağdat’ta yaşamış büyük şair Fuzûlî’ye Padişah tarafından bağlanan dokuz akçelik maaşını bir türlü alamayıp derdini Mabeyne şöyle anlatır:

“Selam verdim rüşvet değil deyip almadılar!”

Ne var ki aradan geçen bir kaç yüz yıldan sonra bugün geldiğimiz noktada insanlarımız selamlaşmayı adeta unutmuş gibiler. Sanki selam verenler bir menfaat için veriyormuş gibi algılanıyor. Hani bir söz vardır:

“Selam verdim borçlu çıktık!” gibi algılanıyor. Gelin bu konu üzerine bir hikaye ile yazımıza devam edelim:

Vakti zamanın birinde Tebriz İlinde çok büyük bir âlim varmış. Bu âlim dünyada ki her şeyi bilir ve her şeyden de haberdarmış.

Gel zaman, git zaman âlim o kadar kibirlenmiş ki bir gün kendi kendine: “Bana bu kadar bilgi yetmez gayri biraz daha gezip şu âlemde başka ne bilgiler varsa onları da dağarcığıma alayım. ”Diyerek yola koyulur.” Az gider uz gider, yolu bir köyün kıyısına gelir. Bakar çayırda bir çoban sürüsünü yaymış kendi de elinde ki kaval ile toprakta bir oyanı, bir bu yanı kavalı toprak üzerinde gezdirmekte. Âlim genç çobana yaklaşıp: “Bre genç adam sen neylersin böyle?” Çoban başını kaldırıp yabancıya: “Görmez misin aksakallı pirim, dünya’yı ölçmekteyim. Hem sonra neden bana selam vermezsin? Yoksa ben çobanlık yaptığım için beni küçük mü gürürsün?” Âlim’in yüzü hafif kızarır. Şaşkın bir halde, biraz merakla ve biraz da alaycı bir tavırla tekrar sorar: “Peki, kaç arşındır şu dünya?” Çobanın cahil, okuması yazması olmadığına kanaat getiren alim cevap bekler ve çoban: “Arşında ne ola pirim?” der. Âlim çobanın cahil olduğuna iyice kanaat getirmiştir: “Sen hiç mektep medrese görmedin mi bre cahil?” Çoban ezik bir tutum ile: “Hayır, pirim söylediğiniz gibi ben cahilim.” Âlim biraz kızgın: “Hem cahilim dersin hem de dünyayı kavalın ile ölçersin. Peki, şu dünya kaç kavaldır bilir misin?” Çoban şak diye cevabı yapıştırır: “Kavalım ile ölçtüm tamı tamına bir kaval boyudur pirim.” Âlim bir kahkaha atıp: “Bu koca dünya demek topu, topu bir kaval boyudur öyle mi?” Çoban hemen cevap verir: “Anlaşıldı ki bana inanmamaktasınız pirim. O vakit şu dünyanın en bilgili âlimine sorun bu ahvali.” Çoban koyunlarını önüne katıp oradan uzaklaşır. Âlim çobanın bu sözü karşısında kala kalmıştır. Dünyanın en büyük âlimi benim. Benden büyük âlim kim ola? Bu çobanın söylediği kimdir? Bu ne demektedir? Diye içi içini yemektedir. Âlim köye varır, köy konağında onu ağırlarlar. Âlim köyün ileri gelenlere:

“Buraya gelirken yol kenarında bir çobana rastladım. Genç ve cahil biriydi. Merakımdan soruyorum kimdir o ağalar?” köylüler bir birlerinin yüzüne şaşkın, şaşkın bakarak:

“Aman beyim siz yanlış görmüşsünüz. Bu civardaki bütün köylüler hayvan beslemez. Hepimiz çiftçilik yaparız. Hayvan besiciliği yapan köyler bizim bu yöredeki köylerden çok uzaktadır.” Âlim hayli şaşkın biraz da kızgın:

“Ne yani ben hayal mi gördüm?” der dudağını büküp hayretle başını sallar ve başka muhabbetlerle mevzu değişir.

Akşamın sonunda sıra yatmaya gelir. Âlim için köy konağında yer yatağı hazırlarlar. Ve Âlim yatar ama rüyasına genç çoban gelir ve âlime:

“Sordun mu benim dünyayı ölçme işini, şu dünyanın en büyük âlimine?” der.

Âlim sıçrayıp kalkar, mendili ile yüzünün terini siler ve tekrar yatar. Ama ne mümkün sürekli bu kâbus ile uyanıp durur. Artık sabah ezanları okunmaktadır. Âlim kalkıp abdestini alır namazını kılar ve ardından ellerini açıp:

”Allah’ım bu ne iştir böyle şu çobanın söylediği söz aklımdan bir türlü çıkmamakta kim bu en büyük Âlim? Bana bir yol göster deyip yatağına uzanır. Bu sırada uykusunda bir ses: “Ey Âdemoğlu! Önce her nereye varırsan var Allah’ın selamını ulaştır her kese, her yere! Kurda kuşa, ağaçlara yerde ki ve yer altında ki tüm canlılara, deryadaki balıklara havada ki kuşlara selam eyle! Bu kadar kibirlenip âlim olduğunu söylersin amma, cahil sandığın senden çok üstün bir Âlimi tanımasın! O çoban sandığın Âlimin dünyayı ölçüp bir kaval boyu olduğuna neden inanmazsın? Bu uçsuz bucaksız âlemde nice dünyalar vardır. Ve onlar Allah’ın gözünde değil bir kaval küçük bir noktadır.” Âlim ter kan içinde sıçrayıp uyanır ve tövbe ye gelir. Neden bu kıssa? Yazımın başlığı ile vaki? “SELAM” İslam da en önemli olan içtihatlarından biridir. Selam vermek sünnet ise, Selam almak Farzdır der dinimiz. Bu kadar önemlidir selamlaşmak. Bir topluma kelam için girersen eğer, selam vermeden kelama başlama der büyüklerimiz.

Şimdilerde mi yukarıda bahsettiğim gibi neredeyse selamlaşmak unutulup gitmiş gibi! Veya selamlaşmak menfaatlere dayalı bir adet haline gelmiş gibi!