Bazen insan, güne başlamaz da hayata ara verir gibi uyanır. Modun düşüktür; ruhun, bedeninin bir adım gerisinde kalır. O an, hayatla aranda görünmez bir uçurum vardır. Sanki yıllardır aynı evde yaşayan ama birbirine selam vermeyen iki yabancı gibisiniz: Sen ve hayat.

Yine de “günaydın” demek zorunda kalırsın.

Sözcük dilinden istemsizce dökülür, ama yüreğin hâlâ susuyordur.

Gözlerini açar açmaz, duyguların boynuna dolanır.

Seni kendi yalnızlığına uyandırır.

Ve işte o an anlarsın:

Bugün, dramatize edeceğin bir gün olacak.

Geçmişi düşünmeler…

“Ah, kahretsin!” demeler…

“Keşke”lerle için için boğulmalar…

Kahveni alır, pencere kenarına geçer ve o tanıdık dalıp gitmelerin tam ortasında bulursun kendini.

Kendini, kendinle tartışırken.

Ama sonra bir durup içinden şöyle dersin:

“Yeter. Biraz da kendimi rahat bıraksam ya…”

Aman, kim ne düşünürse düşünsün!

Ben hatalarımla da, hayallerimle de buradayım!

Diyebilmek… Ne büyük bir güç.

Bazen duygularımı anlatmaya kelimeler yetmiyor.

Ama sonra Leonard Cohen’in dizeleri karşıma çıkıyor,

Ve içimden sadece “işte bu” demek geliyor.

Onun şiirsel karanlığı, mağlubiyetin içindeki zarafeti anlatma biçimi,

Tam da ruhumun kırık yerlerine denk geliyor.

Ne zaman kelimeler boğazıma dizilse, Cohen’in satırlarında kendime bir nefeslik alan buluyorum.

İşte tam da bu yüzden, bu yazının duygusunu onun şu sözleriyle tamamlamak istiyorum:

“Hepimiz acıklı bir şarkıyı severiz.

Herkes yenilgiyi tadar. Kimsenin tam istediği gibi bir hayatı olmaz.

Hepimiz sahnenin ortasında kendi kahramanımız olarak yeni role başlarız

ve zamanla kenara itilir kalırız.

Zaman geçer; kahramanımız yenilir, hikâye değişir, tepetaklak olur

ve biz bir kenarda artık neden bize rol verilmediğini merak ederiz.

Hatta neden rol istemediğimizi…

Herkes bunu yaşar.

Ve bir şarkının tatlı kaşığıyla verildiği o an, kalpten kalbe bir yol açılır.

O zaman daha az dışlanmış hissederiz.

Anlarız ki herkes yeniliyordur.”

İşte bu yüzden yazdım bu satırları:

Dramatize edilmeyecek hiçbir sabah yoktur.

Ama her sabah, kendini yeniden seçmek için bir fırsattır.

Hayatla aynı evde olabilirsin, evet.

Ama bir sabah kalkarsın,

Ve aynı odada bulursun kendinizi.

Çünkü bu kez sen ışığı çağırmışsındır.

Işık gelir. Sen gelirsin.

Ve o gün, hayatla barış imzalanır.

O barış, bir sessizlik anıyla başlar.

Kahveni tutan ellerin titrememeye başlar,

Aynadaki gözlerin, biraz daha sana benzer artık.

Ve sen fark etmeden fısıldarsın:

“Bugün biraz daha kendim gibiyim.”

Çünkü içindeki kadın, artık küsmemiştir.

Çünkü aynaya bakan göz,

Artık sadece hüzün değil, umut da taşır.

Ve sen bilirsin:

Bu sabah dramatize edildi belki,

Ama aynı zamanda şifalandı da.

Çünkü bazı sabahlar sadece uyanmak değildir,

Bazı sabahlar yeniden doğmaktır.

Ve o doğum, her şeyin değiştiği andır.

Küçük, görünmez ama köklü bir değişim.

Kendine hoş geldin.

Bu sabah, hayatla aynı odadasın.

Ve yerini bilen bir kadının bakışı var gözlerinde.

Frauadymn