Önce küçücük bir yara ile başlar. Bir kum tanesi, bir deniz kabuğunun içine girer. Rahatsız eder, acıtır.
Sessizdir o evre. Kimse görmez. Yapayalnız dönemlerdir.
Karanlıkta, sessiz bir saklanış başlar.
Ama işte büyüme orada başlar. O sancılı süreç, incinin kendisidir.
Kabuk her gün o yarayı sarar, katman katman kaplar.
Çünkü yukarı çıkmak isteyen her güzellik, önce
sancının içinden geçmek zorundadır.
Zamanla acının yerinde, paha biçilmez bir parıltı doğar.
İnsan da böyledir.
Yalnız kaldığında, anlaşılmadığında, hatta canı acıdığında bile aslında dönüşüyordur.
Ama yavaş, doğal bir hızda.
Dışarıdan bakıldığında sıradan bir kabuktur.
Kimse içinde saklanan mucizeyi bilmez.
Oysa her katman, gelecekte parlayacak incinin ta kendisidir.
Çünkü her süreç önce tanınmaz hâlde gelir.
Kum tanesi içeri girince “bu mu?” dersin.
Acıtır, rahatsız eder, kabullenemezsin.
Kabuk katman katman sarmaya başlayınca “hala değil” dersin.
Zaman uzar, sabırsızlanırsın.
İçeride şekil almaya başlayınca “güzel ama yetmez” dersin.
Çünkü sen hep sonuca odaklısındır. O parlayan inciyi görmek istersin.
Oysa fark etmezsin ki;
Her katman, incinin ta kendisidir.
Hayal kırıklığına uğradığın her evre, aslında sonucun kılık değiştirmiş hâlidir.
Her detay, sonucun içindeki adımdır.
Bu yüzden kendi dönüşümünün hangi aşamasında olduğunu küçümseme.
İçine düşen kum tanesini reddetme.
Acını saklama; çünkü o acı katmanlara dönüşerek seni parlatacak.
derinlere doğru ve Zayıf yönlerini farket, güçlendir.
Karanlıktaysan, bu bir çöküş değil, doğumdur.
Henüz inci ışığını göstermediyse, kabuk hâlâ işini yapıyordur. Dönüşüm bitmedi demektir
Ve unutma...
Her inci, önce can acıtan bir kum tanesinden doğar.
Karanlıktaysan, bu bir çöküş değil; doğumdur.
Frauadym