“Bazı çiçekler vardır ki, bataklıktan doğar ama bataklığa benzemez.”
Hiçbir insan, dünyaya suç işlemeye yatkın olarak gelmez. Onu yanlış yollara iten şey, çoğu zaman çevresindeki haksızlıklar, eşitsizlikler ve baskılardır.
Bir çocuk, adaletsizliğin sıradanlaştığı, haksızlığın kanıksandığı bir çevrede büyüyorsa, o ortamın koşullarına ayak uydurmasından başka ne beklenebilir?
Bir soru bırakır hayat önümüze:
Çamurun içinde gül yetişir mi?
Belki gül değil…
Ama Nilüfer orada bile kök salabilir.
İnsan, hayata tertemiz bir sayfa olarak başlar.
Ona ilk kelimeleri öğreten; ailesi, çevresi ve toplumdur.
Ancak şurası önemlidir:
Birey, içinde yaşadığı topluma tamamen uyum sağlarsa, kendi öz hikâyesinden feragat etmiş olur.
Zira insanı insan yapan, çoğu zaman toplumla yaşadığı içsel çatışmadır.
İyilik ya da kötülük; toplumun tanımıyla değil, insanın kendi ahlaki seçimleriyle ve vicdanıyla yaptığı tercihleriyle anlam kazanır.
Asıl mesele, her yerde gül olmaya çalışmak değil, bataklığın içinde bile kendi ışığını taşıyabilmektir.
Nilüfer gibi…
Çünkü Nilüfer, yalnızca var olmakla kalmaz; içinde büyüdüğü karanlığa rağmen umut olmayı da başarır.
Nilüfer; yalnızca kendini değil, çevresini de güzelleştirir.
Çamurun içinde bile umut taşır, direnç taşır, yaşama sevincini barındırır.