Bizim toplumda, evlilik içinde aşkı unutan çok kadın var.

Aynı evde, ama farklı odalarda nefes alanlar…

Yalnızlığın adını koyamadan yıllarca yaşayanlar…

Duygularını ifade edemeyip “susmayı kadınlık” sananlar…

Ve ne yazık ki konuşanlara bile “saygısız” denilen bir sessizlik kültürü var üzerimizde.

Birlikte yaşayıp yalnız hisseden kaç kişi var acaba?

Geceleri aynı yatağı paylaşıp gündüz birbirine yabancı kalan kaç çift var şu hayatta?

Bazen ayrılık bir boşanma kararıyla değil, aynı evin içinde yalnız hissederek başlar.

Çiftler, birbirine artık ihtiyaç giderici gibi yaklaşır. Yemek pişer, çocuk bakılır, fatura ödenir. Ama göz göze gelinmez. Kalp kalbi hissetmez. İki beden var olur ama ruhlar çoktan terk etmiştir o evi.

Bugün evliliklerin çoğu “pansiyon arkadaşlığına” dönmüş durumda.

Aynı çatı altında yaşayıp, gün boyu telefon ekranına gömülmüş, tabletin arkasına saklanmış iki insan…

Artık birbirlerine verecekleri hiçbir duygusal enerjileri kalmamış.

Duygular paylaşılmazsa ilişkiler de yavaş yavaş bir ortaklıktan ibaret olur.

Çıkar ilişkisi gibi; biri yemek yapar, diğeri faturayı öder.

Ama kimse kimsenin ruhunu doyurmaz.

Duygusal açlık fiziksel varlıkla giderilmez.

Evde olmak, evde hissettirmez.

Yanında olmak, yanında durmak değildir.

İnsan, anlaşılmadığında yalnız kalır.

Hele bir de hastalıklarında görülmüyorsa,

Acılarında susması bekleniyorsa,

Zaten o ev çoktan mezara dönmüştür.

Farkındalığı yüksek olanlar bu durumu “her ilişki böyledir” diyerek geçiştiremez.

Sustuğun her yerde büyüyen bir yokluk vardır.

Ve bu yokluk, yıllar geçtikçe ilişkiyi sadece alışkanlıkla ayakta tutar.

Ne heyecan kalır, ne özlem, ne de merak.

Evet, herkes yalnız hissedebilir.

Ama birlikteyken yalnız olmak, en ağır olanıdır.

Oysa ilişkiler gelişim üzerine kurulmalıdır.

İnsan iki kişilik bir yolda büyümeli.

Birbirinin aynası olmalı, birbirini desteklemeli, duygusal açıdan beslemeli.

Ama ne yazık ki çoğu ilişki, sadece statü, ihtiyaç ve görev üzerinden ilerliyor.

Oysa aşk; paylaşmaktır, büyümektir, gelişmektir.

Kendi yalnızlığını içinde taşıyan iki kişi, ev kuramaz.

Birbirine katacak sözü kalmayanlar, ömür kuramaz.

Ve en önemlisi:

Bir kadının kendini yalnız hissettiği evlilik, onun için ikinci bir çocukluktur.

Orada seçme hakkı yoktur.

İzin alır, susar, sevilmeden yaşamayı öğrenir.

Ama bir kadın farkına vardığında, o evlilik çoktan bitmiştir.

Çünkü evlilik değil; gerçek bağ, ruhların temas etmesidir.

Ve sen hâlâ dokunamıyorsan…

Zaten çoktan gitmişsinizdir.

Sadece birbirinizin gölgesiyle yaşıyorsunuzdur.

FrauAdymn

Bu yazı, sessiz evlerde susmayı seçmeyen tüm kadınlara…