Bu nasıl bir çark?

Buğday bizim, ezilen biziz,

Un olan biz, aç kalan biziz…

Kim bu doymak bilmeyen efendi?

Bugün 1 Mayıs.

Bir bayramdan çok, bir yüzleşme günü.

Çünkü süslü meydanlara taşınmayan gerçekler var:

Birileri sadece “geçinmeye” çalışırken,

Diğerleri doymak bilmeden şatafat içinde yaşıyor.

Emeğin alın teri, beton duvarlar arasında kuruyan bir hayal gibi.

Ve biz, hayatta kalabilmek için hayallerimizden vazgeçiyoruz.

Tolstoy’un dediği gibi:

“Ekmek pahalıydı, emekse ucuzdu.”

Ve biz bu ucuzlukta en değerli şeyimizi kaybettik:

Kendimizi.

Ben yaşama sevincimi bir sigortalı iş karşılığında sattım.

Sabahın köründe servise binen bedenim,

Müdürün bakışında ezilen onurum,

Her ayın sonunda “şükretmem” beklenen kırıntılarla ödüllendirildi.

Sanki susmamız, çalışmamız, unutmamız gerekiyordu.

Ama ben unutmadım.

Buğdayın bizim olduğunu,

Toprağın bizimle yeşerdiğini,

Makinelerin bizimle döndüğünü unutmadım.

İşte tam da bu yüzden 1 Mayıs, sadece bir gün değil:

Hatırlama cesareti.

Çünkü ne kadar susturulmaya çalışılsa da,

Bir yerde bir işçi çocuğu hâlâ uyanıyor,

Annesinin ellerine bakıyor,

Ve içinden şu sözler geçiyor:

“Bu eller bir gün öpülmekle yetinmeyecek.

Bu eller bir gün dünyayı değiştirecek.”

Ve o gün geldiğinde,

Artık kimse kimin doymak bilmediğini sormayacak.

Çünkü herkes emeğin kıymetini bilecek.

“Ve sen işçi sınıfı!

senin ellerin

her gün biraz daha güzel şekiller yapıyor

senin kafan

her gün biraz daha aydınlıkta!”

(Nazım Hikmet’in “Kuvâyi Milliye Destanı”ndan bir selamla…)

“Türkiye işçi sınıfına selam!

Selam yaratana,

toprağı işleyene,

demiri dövene,

Selam, selam!”

Çünkü bu sadece geçmişin değil,

geleceğin de sesi.

Ve biz buradayız.

Çarkları kırmaya,

Yeni bir dünya kurmaya hazırız.